TUNA BOYLARI (Gezi Notları 6)

Saim Ertün
05/12/2016

Belgrat

Sofya’dan ayrılıp Belgrat yönünde 30-40 km. ilerledikten sonra Rodop dağları ile Balkan dağlarının kesiştiği noktada çevresi yüksek dağlardan oluşan bir boğazdan geçiyoruz. Bu boğazın bir noktasında Sırbistan  sınır kapısına ulaşıyoruz. Avrupa’da  sınır kapıları  gezimizin en  can sıkıcı anlarını oluşturuyor. Avrupa Birliği üyesi ülkelere ait  araçlar ve  gruplar  beklemeden buralardan geçiş yaparken, biz saatlerce  beklemek zorunda kalıyoruz. Gümrük işlemleri tamamlandıktan sonra da  bir süre  dağlık alanda  yolumuza devam ediyoruz. Yer yer  Türkçe  lokanta reklamları karşımıza çıkıyor. Fakat yemek için mola verdiğimizde  yeterli hizmet veremediklerini anlıyoruz.  Bir gruba  hizmet verecek  yeterli hazırlıkları  olmadığını düşünüyoruz.

Dağlar sona erip geniş düzlükler ortaya çıkınca  yol tabelalarından  Niş  olduğunu anladığımız  büyükçe bir şehir bizi karşıladı. Niş, Osmanlı tarihi içerisinde de  önemli bir yer tutuyormuş. Osmanlı padişahları Orta Avrupa içlerine yapacakları seferler için orduyu burada toplayıp savaşa hazırlıyormuş. Türkiye’den uzaklaştıkça  mutfak kültürümüze uygun yemek bulmakta  zorluklarla karşılaşmaya başladık. Niş’i geçince  Bayburt’lu bir vatandaş tarafından işletilen bir lokantada  yemeğimizi  yedik.  Burada  yemeğimizi yedikten sonra , Avrupa ülkelerinde pek  bulunmayan demleme  çay da bulduk.  İçtiğimiz bu çaylarla iki günlük özlemimizi dindirdik.

Belgrat’a yaklaştıkça  uçsuz bucaksız  bir ova karşılıyor bizi. Gerçekten  çok geniş ve verimli topraklar. Dağlar çok uzaklarda kaldı. Belgrat’ın yerleşim alanı  kısmen engebeli, en yüksek noktası belki de Belgrat kalesidir.  Buraya  akşama yakın saatlerde  geldik.  Tuna nehri ile Sava  nehri  bu kalenin önlerinde birleşiyor.  Bu durum kaleden muhteşem bir görünüm sunuyor. Belgrat kalesi başlı başına görülmeye değer. Belgrat  tarihte  çok sayıda işgale uğramış bir şehir. Belli ki  farklı yönüyle ilgi çekiyor ve  sahip olma  isteklerini kamçılıyor.


Tuna Boyları

Belgrat- Tuna ve Sava Nehirlerini birleştiği yer

Kale halka açık,  kalenin içi ve girişleri  bir çok  etkinlik için  hazırlanmış,  sanatsal ve sportif amatörce etkinlikler çoğunlukla burada yapılıyor. Belgrat halkının gezinti ve eğlence alanı haline getirilmiş. Özellikle geceleri cıvıl cıvıl. İnsanların burada olmaktan doğan  mutlulukları  yüzlerinden okunuyor.  Sırbistan ekonomisi çok iyi durumda olmamasına rağmen  insanların  yaşam kaliteleri  yüksek  görünüyor. Sokaklarda dilenci yok, hırpani kılıklı insan yok. Terör korkusu yok, huzursuzluk yok.  Çevresini rahatsız eden maganda denilebilecek kimseler yok. İnsanların mutluluğu davranışlarına yansıyor. Şehrin canlı noktalarından biri de  öğrenci meydanı diye adlandırılan kısımdır. Belgrat üniversitesinin  birçok  fakültesi  bu çevrede bulunuyor, bu bölge  şehrin de önemli  yerlerinden.  Şehirde özellikle  gece bir canlılık var.  Belgrat  yaşayan bir şehir  görüntüsü veriyor. Şehirde son savaşın bazı izleri görülüyor. ABD savaş uçaklarınca  bombalanmış devlet binalarının enkazı halen duruyor. Belgrat’ın tarihte 130’un üzerinde işgale uğradığı biliniyor. Ekonomisinin iyi olmadığı  binaların  bakımsızlığı şeklinde  kendini gösteriyor.


Tuna Boyları

Belgrat’ta  bakımsız binalar

Sıvaları dökülmüş, boyaları solmuş, o haliyle bekliyor. Türk gezi guruplarının şehri en çok ziyaret edenler arasında yer aldığı söyleniyor.  Şehrin yeni bölümü Tuna’nın karşı kıyısında  yer alıyor. Şehirde  ulaşım toplu taşıma sistemi ile  çözülmüş. Hafif raylı sistem  şehir içinde hizmet veriyor.  Çevresi ile  ulaşımın da trenlerle sağlandığı görülüyor. Şehir beton yığını haline getirilmemiş. Yeşil alanlar bir hayli fazla. Şehrin iki milyona yakın  nüfusu var.

Belgrat’tan  ayrılıp Novi Sad yönünde , yine  çok geniş ve verimli bir ovada ilerliyoruz.  Bu arada  tekrar Tuna üzerinden geçiyoruz. Tuna’nın suladığı bu topraklar yemyeşil. Çevresinde  söğüt, kavak … gibi ağaçlardan oluşan  sulak ve ağaçlık alanlar var.

Budapeşte

Macar ovaları   Balkanlardan  sonra  bilinen en verimli  alanlardır.  Belgrat’tan  Budapeşte’ye kadar sürekli olarak  bu ovalarla karşılaşıyoruz. Bizim  Konya ve Harran ovalarımız gibi. Fakat bu ovalar bizde olduğu gibi  çıplak değil.  Ağaçlık, ormanlık alanlar hatırı sayılır miktarda yer tutuyor. Tarlalar  iyi değerlendirilmiş. Modern tarım tekniklerinin uygulandığı dikkati  çekiyor.   Yüzey suları bol.  Arazide  doğal  dere ve çayların yanında  yapay sulama kanalları görülüyor.  Geniş tarlaların  sulanmasında kullanılan  ve traktör yardımıyla harekete geçirilen sistemler var.  Yaz aylarında yağmurlama  sistemi ile sulama yapılıyor. Bu sistem traktörle hareket ettirilerek tarlanın tamamı  sulanmış oluyor.  Ancak  ürün çeşitliliği  olduğu söylenemez.  Farklı olarak  lavanta  tarlaları dikkati çekiyor. Belli ki kozmetik  sanayiine önemli bir hammadde  sağlanmış oluyor.


Tuna Boyları

Bir lavanta tarlası

Yol boyunca Orta Avrupa  köylerini  görüyoruz.  Köylerde  tek katlı, iki katlı evler  var. Çatıları  ülkemizdeki  evlerin çatılarından daha dik. Çatı katları da yaşam alanı olarak düzenlenmiş.  Bu durumun  kış ve  bu mevsimde yağan kar nedeniyle alınan bir önlen olduğunu anlıyoruz. Evler neredeyse tek tip . İnsan bu köylerde üç-dört-beş katlı bina yapacak  maddi  gücü olan yok mudur?  diye düşünüyor.  Bu insanların kültüründe  bizde olduğu  gibi doğanın  gözünü çıkaracak bir anlayış yok. Yaşadığı  coğrafyaya  uygun konut tipi üretiliyor. Belli ki lüks ve israfa yer verilmemiş. Komşusundan daha  büyük ve yüksek bir eve sahip olma gibi üstün  görünmeye ihtiyaçları da yok.

Budapeşte tarihi ve  mimari yönden çok önemli bir merkez. O nun için  Tuna’nın incisi de deniliyor.


Tuna Boyları

Budin Kalesi  (iç kısım), önde Balıkçılar kasrı

Şehir Buda ve Peşte olmak  üzere iki bölümden oluşuyor. Şehrin  eski ve tarihi bölümü Buda tarafındadır. Bizim tarihimizde Budin Kalesi olarak geçen  yer  de bu bölümdedir. Giriş bölümüne Balıkçılar Kasrı da deniliyor. Buda  şehrin  coğrafi olarak  dağlık, tepelik olduğu  kısımdır. Budin neredeyse hiç bozulmadan  günümüze taşınabilmiştir. Kaleleri, burçları, katedralleri ile tarihi günümüze taşımaktadır. Bunun bir istisnası var. Kalenin ve ünlü katedralin  hemen  bitişiğinde  çok yıldızlı bir otel inşa edilmiş, tarihi dokunun bağrına bir hançer sokulmuştur. Bu otelde bizim başbakanlarımızdan birinin başına kötü bir olay geldiği rehberler tarafından  gezi gruplarına anlatılmaktadır. Türk Kültürü açısından büyük bir öneme  sahip olan Gülbaba Türbesi de buradadır, ancak; rehberimiz Türbenin bir tepe üzerinde olduğunu, Türbede onarım ve buraya giden yollarda yapım çalışması olduğunu söyledi. Burayı görmemiz mümkün olmadı. Sanki  Türk ziyaretçilere gösterilmek istenmiyormuş gibi  bir  şüpheye kapıldım.    Hristiyanlığın   yayıldığı ilk yıllarda önemli bir kişi olan  Aziz Galert’in adını verildiği Galert tepesi de görülmeye değer yerlerden. Şehir panoramik  olarak muhteşem görünüyor. Çevresinde ekonomik durumu  iyi olanlar oturuyor. Tarihi doku korunmuş. Bu tepenin eteklerinde Osmanlı  döneminden kalma  kubbeli bir Türk hamamı var.  Bizim şehirde görebildiğimiz tek Osmanlı eseri denilebilir. Sanki Osmanlı eserleri bilinçli olarak  ortadan kaldırılmış. Yüzlerce yıl bu topraklara hükmetmiş bir imparatorluktan daha fazla  izler olması gerekirdi.

Peşte bölümü  1840 lı yıllarda geçirdiği bir sel baskını sonrası  yok olmuş.  Daha sonra yeniden inşa edilmiştir.  Önce  zengin tüccarların yaşadıkları bina ve semtler oluşmuş, hatta    bazı derebeyi  şatoları inşa edilmiştir. Bir gece konakladığımız tarihi Hungarin Oteli de buradaydı.    Şehirde   başta  meydanlar  ve dini yapılarla, devlet  binaları dikkat çekici. Çok ünlü Kahramanlar meydanı, Katedral ve Parlamaento  binaları  bu  bölümdedir. Şehirde  bulunan  eski-tarihi binalar olduğu gibi korunmuş, kesinlikle yık-yap anlayışı yok. Macarlar tarihlerine  çok fazla  sahip çıkıyor. Kökenlerinin Orta Asya’ya dayandığını  kabul etmekle birlikte, Türklerle aynı soydan olduklarını kabul etmek istemiyorlar. Ataları olan ve Orta Asya’dan  gelen 10 kavmin 3 ünün Türk ,7 sinin Macarların  atası olan diğer kavimler olduğunu  söylüyorlar. Bunlar destanlaştırılmış, anlatılan  söylenceler ile ilgili heykeller yapılmış. Çok görkemli olan bu heykeller Kahramanlar meydanında sergileniyor.


Tuna Boyları

Kahramanlar Meydanında  bir anıt

Macar rehberimiz Veronika da  anlatımlarında  kendi tarihini ön plana çıkarmada başarılı sayılır.  Anlatım ve tanıtımlarında bu can alıcı noktaları ustalıkla  ön plana çıkarıyor. Türk insanının  sosyal, kültürel yapısını da iyi biliyor. Görevini daha ilginç  bir şekilde sürdürebilmek için  belki  de hayalinde  canlandırdığı  bir Türk genciyle aralarında geçen bir aşk  öyküsünü de ustalıkla sunuyor. Türk insanının  pembe dizilere olan ilgisini biliyor. Doğal olarak bu öykü  herkesin çok ilgisini çekiyor.  Bu arada Macaristan’ın ekonomisinin iyi olmadığını, emeklilerin 500-600 euro( Bizim paramızla 1800-2000 tl)  ile aylık giderlerini karşılamak durumunda olduğunu, çoğunluğun 50-60 m2  evlerde oturduğunu, ekonomik yönden sıkıntı çektiğini  söyledi. Bizim ülkemizdeki  Bağ-Kur, SSK , Memur emeklilerimizin aldığı  emekli maaşının  reel olarak bu miktardan çok daha az olduğunu  bilmiyor  olmalıydı.  Ama  bizim ülkemizi yönetenler  birçok Avrupa ülkesinin ekonomilerinin  bize göre daha kötü olduğu masalını anlatıyor.

Şehrin iki yakasını birleştiren , Tuna Nehri üzerinde  dokuz adet köprü var . Bu köprülerden beş tanesi tarihi  körü, diğerleri yakın tarihte inşa edilmiş. Bu tarihi köprülerin  en ünlüsü Zincirli köprü olarak  biliniyor. Şehrin  güzelliklerini daha  yakından ve daha iyi görebilmek için Tuna üzerinde bir yat  gezisi yaptık. Yaklaşık bir saat on beş dakika süren bu gezi çok keyifli anlarımızdandır. Yat personeli bu geziye katılanlara  önce  isteğe bağlı bir içecek ardından da  kendi spesiyaliteleri olan  farklı meyve sularının karışımı bir limonata  ikram ediyorlar.  Gezi yatımızın hareketiyle Budapeşte’nin  görkemli yapılarını daha yakından  görmeye başlıyoruz.


Tuna Boyları

Tuna nehri, Macaristan Parlomento  Binası

Katedral ve Parlamento binasının  Tuna  üzerinden  görünüşü muhteşemdir.  Budin kalesinin de  görünüşü  çok etkileyici. Tuna, Macaristan’ın denizi sayılabilir. Üzerinde  boy boy gezi tekneleri, hatta  Tuna üzerindeki  Avrupa’nın değişik şehirlerine  uğrayan,  bir haftalık  süre ile müşterilerini hem gezdiren, hem de onlara barınma  olanağı sunan  yüzer oteller var. Gezimiz sırasında  şehrin iki  bölümü arasında  Tuna üzerinde  üç  kilometre  uzunluğunda  bir adanın da çevresinde  dolaştık.  Ormanlarla kaplı bu adada  bazı sosyal tesisler, oteller, kilise gibi  dini yapılar var.

Akşam, Budapeşte’ye gelmişken çigan müziği dinlemeden, bu havayı koklamadan buradan ayrılırsak, gezimiz  bir yönüyle eksik olur diye düşünerek gece  Borkatakomba  adlı mekana  gidildi.


Tuna Boyları

Budapeşte’de  çigan gecesi

Burası aslında  bir mahzen. Bu mahzenin  uzunluğunun  200 km. olduğu ve 40 km. sinde  şarap depolanmış olduğu bilgisi  verildi. İşletme  sahibesi bizi kapıda  karşıladı. Misafirlerine şarap ve kanepe türü yiyecekler ikram etti. Küçük bir  müzik  sunumu yapıldı.  İçeriye girildiğinde  çok  büyük  şarap  fıçılarıyla  dizayn edilmiş  bir  yer ortaya çıktı. Bu  fıçılar  içine  masalar yerleştirilmiş,2-4 kişilik  gruplar  bu masalarda  ağırlanıyordu. Biz kalabalık bir grup olduğumuz için  daha geniş bir alanda yer aldık. Bir süre sonra Yunanlı grup ta  buradaki yemeğe katıldı.  Biz Türklere  göre daha  gürültücü oldukları söylenebilir.  Yemeğimiz  Macarların meşhur yemeği  Gulaş ile başladı. Gulaş  sebzeli taskebebı- çorba karışımı  sulu bir yemek. (Avrupa  şehirlerinin diğerlerinde bunun dışında sulu  yemek  görmedik.) Ardından  patates kızartması, fırında  ördek, kuskus benzeri  bir yiyecek ve istenildiği kadar şarap sunuldu.  Orkestra , iki saat kadar süreyle  çigan(çingene)  müziğinden  örnekler çaldı. Dans  gösterileri yapıldı.  Değişik bir  gece  yaşamış olduk.

Peşte’deki  Hungarin otelinde konakladık. Büyük ve tarihi bir otel. Rahat bir gece  geçirdiğimizi söyleyebilirim.  Burada  rütbeli bir grup  Türk ve Amerikan askerleri  ile karşılaştık. Nato ‘nun düzenlediği bir  çalışmaya katılmak üzere Macaristan’da bulunuyorlarmış. Bunlar dışında  gezi programımız kapsamında uğradığımız hiçbir  ülkede  askeri elbiseli  görevli  görmedik. Sabah  otelimizden  Slovakya  üzerinden Çek Cumhuriyetinin Prag  şehrine gitmek üzere otobüsümüzle yola çıktık.

Bratislava

Rajka üzerinden yolumuza devam ederek Slovakya topraklarına  girdik.  Avrupa’da  AB üyesi olmayan ülkelerin  insanları ve araçları sınır kapılarında sıkı bir kontroldan  geçiriliyor. Hele bizim gibi dünyada  çatışmaların yaşandığı bir  coğrafyada  bulunan  ülkeler daha sıkı  kontrol ediliyor. Bu da  zaman kaybı  demektir.  Bu yolu tercih etme nedenimiz  Slovakya  gümrük kapısındaki işlemler daha  çabuk hallediliyor olması.  Giriş yaptıktan bir  süre sonra   Slovakya’nın  başkenti Bratislava’dan geçiyoruz. Gezi programımızda olmadığı için  durmuyor, yolumuza devam ediyoruz.  Bratislava Tuna nehri boyunda  kurulmuş bir şehir.  Çok  büyük değil. Ülkemizdeki  orta  büyüklükteki şehirler kadar.

                Prag  (  Çekçe, Praha diye telaffuz ediliyor)

Çek Cumhuriyetine  girdikten  bir süre sonra  yol kontrolü yapan  polis  yoldan  geçen binlerce araç içerisinden  bizi  seçerek  özel bir arama alanına  götürdü.  Burada  bazı bavullar açılarak  ve köpek ile  otobüsün her yanı  arandı. Gelişmiş  bir  cihazla  otobüsümüzün  röntgeni çekildi. Sonuçta  sakıncalı bir durum olmadığı anlaşılınca serbest  bırakıldık ama  bize  epey zaman kaybettirmişti. Bizim


Tuna Boyları

Prag ve Vltava Nehri

kontrolumuz bittiği sırada  yine  Afgan ve Pakistanlı yolcuların bulunduğu bir otobüs kontrol için bu alana getirilmişti. Suriye’deki  çatışmalardan  ve Suriye’li mültecilerden pek hoşnut  değillerdi.   Demek ki Avrupalı  olmayanlar  onların  anlayışına  göre potansiyel  tehlikeydi . Doğulu olmakla  suçlu  olmak aynı anlamdaydı.  Biz kendimizi Avrupalı saysak ta  onlar  bizim gibi düşünmüyordu.

Prag  aslınca Tuna  üzerinde bir şehir  değil.  Ama Belgrat’ta, Viyana’da, Budapeşte’de olduğu  gibi o da  bir nehrin iki yakasında  kurulmuş  bir şehir. Bu nehir  Vltava  nehridir. Tuna gibi  Kradeniz’e değil  kuzey  denizine  dökülür.  Prag  doğa ile tarihin  birleştiği önemli  şehirlerden biri. Yolda polisin bize kaybettirdiği  zaman  nedeniyle  şehri  daha   az  bir zamanda gezip görmeye  çalıştık. Yerel rehberin anlattıklarına göre  şehirdeki tarihi  binaların önemli  bölümü Rönesans  döneminden kalma , tarz olarak barok, gotik tarzlar  ön plana çıkıyor.  Bu  binalar, Cumhurbaşkanlığı  çalışma ofisi, başbakanlık, bakanlık  binaları ve  diğer kamu  hizmetlerinde kullanılıyor. Tarihi binaların %80  halkın ziyaretine  açık , Cumhurbaşkanı’nın  bu tarihi binalardan birinde  üç odalı bir dairede ikamet ettiği verilen bilgiler arasında.  Avrupa  şehirlerinin  en önemli ve  görkemli yapılarını  çoğunlukla dini yapılar oluşturuyor. Katedraller  çok görkemli, saray ve  devlet binaları köprüler ve heykeller de görülmeye değer.  Şehrin iki yakasını birleştiren Karl köprüsü  heykelleri ile ünlü. Bu köprü  üzerindeki heykellerin ikisinde  Türk  figürü  işlenmiş.


Tuna Boyları

Karl Köprüsünde heykeller

Ancak bu heykellerde  Türkler  zevke, sefaya, kadına  düşkün, düzenbaz, sahtekar, hilebaz, şiddet yanlısı, esir ticareti yapan  kişiler olarak  yansıtılıyor.  Türk’lere karşı  olumsuz bir bakış hakim. Bu Osmanlının  Avrupa içlerine salmış olduğu  korkunun  bir sonucu  olsa gerek. Avrupalı halen  bu korkuyu üzerinden atmış değil.

Ortaçağ gecesi  adı altında  düzenlenmiş bir geceye katılarak,  Prag’ın  havasını  daha yeterli bir  şekilde teneffüs etmek istedik. Ancak , hiç te  tatmin edici  bir  sunum değildi. İki korsan ya da ortaçağ eşkıyasının  kaba  güç gösterisi  ve  biraz da  oryantal dans ile gösteri sürdürüldü.  Gayda (tulum) ve zurna  eşliğinde davul ve  vurmalı çalgılarla ortaya  konan  müzik ilgi çekiciydi. Konakladığımız otelden  sabah Viyana’ya gitmek üzere yine Slovakya topraklarından  geçerek  yola devam ettik.

Viyana

Viyana için  müziğin ve sanatın  başkenti denir.  Viyana  şehri  sayıları  20 nin üzerinde bölümlerden oluşuyor. Bu  bölümler içerisinde  I. Viyana  tarih açısından  en önemli olandır. Burada Katedraller, Saraylar, Tiyatrolar, Konser Salonları, devlet  binaları  yer alıyor.  Barok mimarinin  en güzel  örneklerini Viyana’da görmek mümkün.


Tuna Boyları

Aziz Stephan  Katedrali

Aziz Stephan Katedrali ve  meydanı, Hofburg ve Belvedere Sarayları  görülecek yerlerin başında  geliyor.  Her Meydanda, caddede  büyük bir sanat eseri olan  heykeller karşımıza  çıkıyor. Viyana, ölümsüz birçok  müzisyene  ev sahipliği  yapmış ve  eserlerini burada vermişlerdir..  Şehirde alelade  hiçbir şey yok.  Günlük yaşam  çok düzenli bir şekilde sürüyor. Yaşamın her alanında  kurallar  işliyor. Trafik kargaşası yok.  Cadde ve sokaklarda da  yol kenarlarına park edilmiş  otomobil  görmedik. Çok sınırlı bir şekilde  park alanlarında  var. Burada yaşayan insanların  ekonomik durumları  bizim insanımızdan  çok daha iyi olduğuna göre  otomobil sahibi olmadıkları  düşünülemez. O zaman  park sorunu  nasıl halledilmiştir. Bizim toplumumuzu yönetenler  bu konuyu inceleyip, bundan  örnek alır mı? . Ulaşım daha  çok  metro ile sağlanıyor. İnsanlar birbirine karşı uygarca davranıyor.  Otobüsümüzle  buraya yakın  bir  park alanına  girdiğimizde  şoförümüz  aracı  nizami bir şekilde park etmek için  çok çaba harcadı. Bunun  nedenini  aracın gelişigüzel park  çizgilerine basacak  şekilde  park edilmesi halinde  büyük  cezalar ödenmek  zorunda kalınacağını  söyledi. Hiç kimse belirlenen kurallara aykırı hareket edemezdi.  Yayaların yol geçişlerinde  otomobil sürücüleri geçiş önceliğini yayalara tanıyordu.  Herkesin  hakkını  hukukunu bildiği bir durumda  kaza ve kavga da olmuyordu. İnsanlar haklarını bildikleri kadar hadlerini de biliyorlardı.  Davranışlarında rahatlık  seziliyordu. Kimsenin terör korkusu, iş gerginliği, toplumsal baskı  endişesi yoktu.  Toplumun  uyacağı kurallar  belirlenmiş, uyulmaması halinde uygulanacak yaptırımlar da  uygulamaya  konulmuştu. Alınacak birkaç oy uğruna  hiç kimseye  bu kuralları  çiğneme hakkı tanınmıyordu. İşte bu batılı  düşünce sistemiydi. Bizim ülkemizde  ise  kurallara  uymanın  enayilik sayıldığı, kuralsız hareket edenlerin kazançlı çıktığı  gerçeği ortadadır.

Damak tadı Türk Mutfağına  göre  oluşmuş olanların Avrupa  şehirlerinde  yemek sıkıntısı çektiği bilinir. Bu sıkıntıyı biz de yaşadık.


Tuna Boyları

Viyana’da bir Türk Lokantasında

Viyana’da  bizim Türkler tarafından işletilen  lokanta  veya  kebapçılar olabileceğini  düşünerek, arayış içerisine girdik.  Gezdiğimiz yerlere yakın bir Türk lokantası bulunca  sevindik.  Döneriyle, ayranıyla  kendimize bir ziyafet  çektik. Viyana’nın Kafelerinin  ününü bildiğimiz için  bir kafede  oturup  kahve  içtik. Kafeye  girişimizde  boş bulduğumuz masalara oturduktan sonra  garson  gelerek bize  oturmamız için  başka bir masayı  gösterdi. İlk  masa  genç  gruplara  aitmiş.  Biz de  burada kurallar geçerli diyerek  gösterilen  yerimize oturduk. Dedik ya  Avrupa’da kurallar geçerli.

Şehirde gezerken bizler  gibi Türk gezi gruplarına rastlıyoruz. Arada  karşılaştığımız Türk öğrenciler de oluyor. İşçi olarak  bu ülkede çalışanlar da var. Yabancı bir ülkede  bizim dilimizi konuşan insanlar bulmak, çok güzel.  Akşamları alanlarda  çeşitli  gruplar  gösteriler yapıyor.  Bunların içinde klasik müzik konseri veren bir grup vardı.


Tuna Boyları

Stephanplatz ‘da  müzik

Viyana Yaylı Çalgılar Orkestrasını  izleyemesek te  izlediğimiz orkestra  çok güzel çalıyordu.  Şehir gezimizi tamamlayarak otelimize  gidildi. Uzun yolculuktan yorulmuş olarak derin bir uyku çekerek sabah  yeni yolculuğumuza hazırlandık.  Yolculuğumuz  Hırvatistan’ın Başkenti Zagrep  yönünde devam edecek.

Sabah yolculuğumuz başladığında   Graz  şehri yönünde yol alıyoruz. Yol üzerinde  gözümüze   sanayi  tesisleri çarpıyor. Daha önce gezdiğimiz  ülkelere göre Avusturya   bir sanayi ülkesi sayılabilir. Graz,  dağlık bölgeyi aşınca  karşımıza  çıkan geniş bir düzlükte kurulmuş. Üretim yapan birçok fabrika  görüyoruz.  Yolumuza devam ederken  yine  düz ovalar sona erdi ve  daha  yüksek dağlar karşımıza  çıktı. Tekrar  coğrafya bilgimize başvurarak  bunların Alp dağlarının Avusturya  topraklarındaki bölümü  olduğunu  anladık. Yol boyunca  bu dağlık  bölgede  çok güzel doğa manzaraları ve  bu yeşil  cennetin içerisinde  dağ köyleri vardı.   İnsan bu görüntü karşısında  bu köylerde yaşama isteği duyuyor.  Yoldan  göründüğü kadarıyla  çevresi ile uyumlu  ve tertemiz köyler.  Sanki  hiç insan yaşamıyor. Yetenekli bir ressam tablo yapmış  ve  onun yaptığı tabloyu seyreder gibiyiz.


Tuna Boyları

Avusturya Alplerinde bir köy

Avusturya  topraklarından  çıkarak Slovenya topraklarına giriyoruz.  Slovenya’da  verimli topraklara  sahip küçük bir ülke. Başkenti Lubiana  yolumuz  üzerinde olmadığı için  uğramıyor, Hırvatistan  sınırına  yöneliyoruz. Yol  boyunca  şehir  , kasaba ve köylerden geçiyoruz.  Yerleşim yerlerinin  görünüşünden  edindiğimiz izlenim, halkın gelir  düzeyinin  iyi olduğu yönünde.  İki milyon dolayında bir  nüfusa sahip.  Slovenya  topraklarında  yolumuza devam ederken  bir süre sonra yanlış bir yola  girdiğimiz anlaşıldı. Yaklaşık 30 km. kadar  sapmamız gereken  noktayı  geçmişiz. Geriye dönerek  doğru  yolumuzu bulabildik. Bu bize  bir süre zaman kaybettirmişti.  Slovenya  bir AB ülkesi ve para  birimi Euro . Ancak  bundan sonra  topraklarına gireceğimiz Hırvatistan’da AB ülkesi olduğu halde kendi parası ola  Kuna  yı   kullanıyor.

Hırvatistan’ın Zagreb  şehrine  gitmek üzere  yolumuz devam ediyor.

Saim Ertün Son Yazıları...

Yorumlar...
  • İsmail Bayırlı
    22/04/2021 22:25

    Saim Bey yazılarınızı zevkle okudum. Yalın ve akıcı bir anlatımla yazmışsınız. Çok beğendim. Aynı anlatımı kitabınızı okurken de izlemiştim. Güçlü bir dile ve kaleme sahipsiniz. En içten dileklerimle kutluyor, bu güzel çalışmaların devamını temenni ediyorum.

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir