“Ruh Sağlığınız İçin Kendinizi Takdir Etmeyi Öğrenin”
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ)’nden Eylem Tuna ile Ebru Yurtseven, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü nedeniyle Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Yrd. Doç. Dr. Bahadır Bakım ile bir röportaj gerçekleştirdi:
Dünyada her 5 kişiden biri depresyonda. En sık iş kaybına, ölümlere yol açan hastalıklar listesinde ilk 5 içerisinde de depresyon yer alıyor.
Bizler ise ihtiyacımız doğrultusunda bir psikiyatra gitmeyi gizliyor, bunun başkaları tarafından bilinmesinden rahatsızlık duyuyoruz.
Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD) Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu tarafından her yıl 10 Ekim’de kutlanan Dünya Ruh Sağlığı Gününde de amaç ülkemizde ve dünyada önemli ruh sağlığı sorunlarını, ruh sağlığı politikalarını ve ilişkili konuları yeniden toplumun ve kamuoyunun gündemine taşımak.
10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü nedeniyle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Yrd. Doç. Dr. Bahadır Bakım ile görüştük.
Hocam, 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü. Bugünün öneminden bahseder misiniz?
Ruh sağlığı tüm dünyada önemli bir süreç çünkü sadece depresyon açısından baktığımızda bile dünyada en sık iş kaybına ölümlere yol açan hastalıklar listesinde ilk 5 içerisinde yer alıyor. Bunlar çeşitli şekillerle sadece kişiyi değil kişinin çevresini ve daha sonraki neslini de etkiliyor. Kişinin kendinden sonra gelen bireylere kattığı alışkanlıklar, davranış şekilleri nedeniyle intiharın özendiriciliği artabiliyor. Alkol madde kullanımının artması, toplumun şiddete daha çok eğilmesi, ailesel ve sosyal sorunların artması gibi konuların hepsi ruhsal rahatsızlıklar yaşanmasına neden olabiliyor. Özellikle gelişmekte olan ya da bizim gibi hızlı değişimlerin olduğu ülkeleri bu nedenler daha da olumsuz etkiliyor. Nesiller arasında büyük olumsuzluklar yaşanıyor. Anarşi oluşabiliyor ve gençler bunlardan daha çok etkilenebiliyor. Bir elin bir parmağı kesildiği zaman o ağrıyı bütün el hisseder. Ruh sağlığı da böyle. Ruh sağlığı bozulduğu zaman bütün vücut etkileniyor ve bir kişinin etkilenmesi bütün ailenin etkilenmesine bütün ailenin etkilenmesi de bütün toplumun uzun vadede etkilenmesine neden oluyor. Bu nedenle ruh sağlığı deyip geçmemek, bu konuyu önemsemek gerekiyor.Tam da bu noktada toplumsal olarak psikiyatriye, psikoloğa gittiğimizi söylemekten halen çekiniyoruz. Bir ön yargı var. Bu ön yargıyı nasıl değiştireceğiz?
Bu geçmiş yıllardan gelen alışkanlıkların etkisi. Çünkü psikiyatri deli doktoru, deli hastalığı olarak tarif edildi. Bu filimler, romanlarda, esprilerde böyle işlendi. Bunu kaldırmak uzun zaman alacak. Halen insanlar arasında Bakırköylük oldu gibi bir takım jargonlar var. Bunlar ancak sosyo kültürel yapının değişmesi, insanların daha çok psikayatri ile temasının sağlanması ile değişebilir.
Nasıl kanser, sigara gibi konular medya da işleniyor ruh sağlığı konularının da medyada daha çok işlenmeli ve biz psikiyatristlerin belki daha ön plana çıkması lazım. Bunun için bir zaman gerekiyor. Bu bir süreç işi.“ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE YAŞANAN YAŞAMIŞLIKLAR DEPRESYONUN TEMELLERİNİ ATIYOR”
Dünyada her 5 kişiden birinin depresyonda olduğu saptanmış. Bu rakamlar her geçen yıl daha da artıyor.
Özellikle depresyonu konuşacak olursak bunun çeşitli sebepleri var. Depresyonun kadınlarda görülme sıklığı biraz daha fazla. Tüm hayat boyunca kadınların yüzde 25’inde erkeklerin yüzde 15’inde hayat boyunca bir depresyon riski var. Bunun çeşitli sebepleri var. Kadınların üzerindeki yükler, hormonel yapıları veya öğrenilmiş davranışlar görülme sıklığını artırıyor. Depresyonun ilk ataklarında çevresel etkiler önemli bir neden. Sosyo-kültürel yapının etkisi, işsizliğin etkisi, ayrılmışlığın, boşanmışlığın, dul kalmışlığın etkisi, çocukluk çağında yaşanmış ayrılıkların, anne baba kayıplarının etkisi veya çocukluk döneminde yaşanmış tacizlerin etkisi büyük oynuyor. Bu nedenler daha çok hastalığın ilk başlangıç ataklarında etkili olabiliyor. Birinci atağı geçirdiniz. İkinci atağı geçirme riskiniz yüzde 50, ikinci ataktan sonra üçüncü atağı geçirme riskiniz yüzde 75 artıyor. Bu ise beyinde büyük yıpranmalara neden oluyor. Bunların başlangıcında evet dış etmenler var ama bunları daha çok yaşayanlar çocukluk çağlarında yaşanan kötü yaşanmışlıklar yaşayanlar. Hasta bir ebebeyin olması, anne baba bakımının bozulması, çok şiddetli geçimsizliklerin olduğu aile ortamları, kötü arkadaş çevresi ile erken dönemde başlanan maddeler depresyonun temellerini atabiliyor. Çocukluk çağlarında yaşanan şeyler olumsuz ise veya ailede genetik bir durum var ise üzerine binen sosyo- ekonomik ve kültürel şeyler olayı daha da bozuyor.“ESKİDEN SEVEREK, KEYİF ALARAK YAPTIĞINIZ ŞEYLERDEN UZAKLAŞIYOR, 2-3 HAFTA SÜREKLİ KENDİNİZİ MUTSUZ HİSSEDİYORSANIZ DİKKAT!“
Peki, depresyonda olduğumuzu nasıl anlayacağız?
Depresyonda Kİ kişinin genel duygu durumu bozuluyor. Duygu durumU dediğimiz şey kişinin en az iki hafta üç hafta hemen hemen her gün kendini mutsuz hissetmesi, eskiden severek çok keyif aldığı pek çok aktiviteden uzaklaşması, bırakması artık keyif almaması. İkisinden birinin olması gerekiyor. Bunlara eşlik eden başka işlev bozuklukları var. Uyku bozuklukları yaşar. Uykuya dalamaz. Geceleri uyanır, sabah erken uyanır. İştah bozulur. 2 hafta içerisinde kişi vücut ağırlığının yüzde 5’nden fazlasını kaybeder. Enerjisi azalır. Kişi bir şey yapmadan kendini yorgun hisseder. Hiçbir şeye dikkatini veremez. Hareketleri, eylemleri daha yavaş olur. Daha çok kendini suçlayıcı düşünceler içerisine girer, daha umutsuz düşüncelere kapılır ve ileri dönemlerde de intihar düşünceleri söz konusu olur.
İntiharlarda en büyük sebep psikiyatrik rahatsızlıklar. Her intiharın altında % 95 psikiyatrik rahatsızlık vardır. Bu durumlarında önemli bir kısmını depresif durumlar kapsar %50 ya da % 60’ını. Bir intihar vakası daha sonra olacak intihar vakalarını tetikliyor. Örneğin ailede o intihar etti ve çok kıymetliydi ben de aynı şekilde intihar edeceğim diye örnek alınabiliyor.
Depresyon kolay tanınabilir. Çevresi de fark edebilir bu durumu. O kişi bildiğimiz kişi değil, o cıvıl cıvıl kişi değil, yüzünden düşen bin parça, Karadeniz de gemilerin mi battı gibi kullanılan bir takım deyimlerimiz vardır. Kişinin tipik yüz görünümü değişir, iş verimi, insanlarla iletişimi değişir ve kişi kendi kabuğuna çekilir, ekstradan aldığı rolleri bırakır, sorumluluklarını yapamaz hale gelir. Bu durumda çoğu kişi de alkol ve maddeye başlar. Kendi kendini tedavi etmek amacıyla başlanır ama iş daha da ağırlaşır alkol ve madde işin içine girince intihar riski çok daha yükselir.Hocam, Türkiye’deki tabloyu nasıl görüyorsunuz?
Türkiye’nin durumu çok da parlak görünmüyor ne yazık ki. Göç faktörü var örneğin, bu çok önemli, insanlar pek çok sebeplerle örneğin ekonomik, terör gibi sebeplerden kendi yurtlarından başka yerlere gidiyorlar. Orada yeni bir çevreye uyum sağlamaya çalışıyorlar, bu arada ekonomik faktörler işin içine giriyor. Sosyal iletişimleri azalıyor, daha çok getto tarzında yaşamaya çalışıyorlar. Örneğin Almanya’ya giden işçilerimiz gibi. Böyle bir yaşam şiddet davranışlarını, alkol kullanımını artırıyor. İş yaşamında ki tempo her geçen gün artıyor. Kişi yoğun iş temposu sebebiyle çocuklarıyla fazla vakit geçiremiyor. Bu durum ileride çocuklarında ortaya çıkacak rahatsızlıkların oranı artıyor. İşsizlik gibi faktörler de çok önemli sebepler. İnsanların yakın çevrelerinden uzaklaşmaları, insanların kendilerini önemsememeleri, kendilerine duygusal ve ruhsal yatırım yapmamaları, doğal hayattan kopmaları ruhsal hastalıkların yaşanmasına temel oluşturan faktörlerdir. Daha doğrusu “Bakarsan Bağ olur Bakmazsan Dağ” olur denir ya. Kişi kendine yeterince önem vermediği için ve çevresindekilere yeterince önem vermediği için ne yazık ki sağlığı bozuluyor. Bu durum tüm gelişmekte olan ülkelerde böyle, çünkü çok yoğun değişimler yaşanıyor. 1700 ve 1800’lü yıllardaki Avrupa’nın yaşadığı müthiş endüstrileşme dönemindeki durumları biz şimdi yaşıyoruz ve onlara göre çok daha hızlı yaşıyoruz. Riskler çok daha fazla tabii. Ne yazık ki bu durumdan en çok gençler ve çocuklar çok olumsuz etkileniyor.“KENDİNİZİ TAKDİR ETMEYİ ÖĞRENİN”
Bu durumda Önerileriniz ne olur?
Öncelikle kişinin ” Topa Bakarak Değil, Kaleye Bakarak Oynaması” gerekir. Kişin ben ne yapıyorum? Ne için, neyi ne kadar yapıyorum? Bunun sonucunda ne olacak? En son kendime ne zaman aferin dedim? Kendimle ne zaman gurur duydum? Kendimde neyi değiştirebiliyorum? Hangi monotonlukları değiştirebiliyorum? Çevrem için ne yapıyorum? Yakınlarım için ne yapıyorum? Çevremde olumlu neleri görüyorum? Olumsuzlukdan çok. Çevremde neler güzel, geleceğimde neler güzel olacak, hedeflerim ne? Bu kadar kazandığım şeyler ne için? Kısa vadedeki, orta vadedeki ve uzun vadideki hedeflerim ne? Kişinin tüm bunların planlamasını yapması lazım. Eğer kendimi beslemezsem çevreme de bir şey veremem diye düşünmesi lazım. Kendimizi tebrik ve takdir etmeyi başarabilirsek o zaman daha dingin ve bilge hale geliyoruz. O bilgelik hali de yavaş yavaş nesilden nesile aktarılıyor. Bu alışkanlıkları diğer nesillere aktarmamız gerekiyor.
[comu.edu.tr]
Yorumlar...
Henüz yorum yok...