İki Yaşlı Adam, Üç Yaşlı Kadın

İyice alıştım artık.

Belediye denetimli otobüslere binmeye, inmeye ve de gelip gitmeye.

Elimde bir “kent kart” istediğim yerde iniyorum.

Park sorunum yok.

Birisi beni kelli felli görüp, yanlış park eden bir aracı gösterip sordu.

“Bu araç sizin mi?”

Adama baktım, kızdım aslında. Ben yanlış park edecek kadar Abuzittin birisine mi benziyorum?

Adam ensemin kalınlığıyla, cebimin züğürtlüğünü karıştırdı galiba.

Dedim ki adama;

“Ben aracımı cebime park ettim.”

Anlamadı adam, cebimden çıkarıp “kent kartımı” gösterdim.

Adam, benim arabam olmadığını anladı.

Nasıl anlattım amma!

*

“Gidiverip geliverip duruyom.”

Bi Çanakkale bi Kepez.

Her otobüse binişimde insan profili değişiyor.

Her çeşit insanın içindeyim.

İnsanların yüzlerine bak bak oku.

Bazen yanlış okuduğumuzda oluyor elbette.

Çoğunlukla yüzde 99 doğru okuyorum.

Size iki ihtiyar adamı anlatayım.

Yaşı yetmişin üstünde bir adam bindi otobüse. Ön koltuğu verdi gençler. Elinde bastonu yok. Hareketleri sağlam. Adam yaşlı amma, bunak değil. Traşı güzel, giyimi harika. Bir ara yerinden doğruldu. Şoföre doğru iki adım attı.

“Ben ameliyatlıyım. İkinci durakta beni indir.”

Şoför;

“Tamam, Bey Amca, indiririm. Yalnız sen kartını okutmadın. Ücretini ödemedin.”

İhtiyar adam;

“Öderiz” dedi.

Şoför,

“Öde o zaman bey amca.”

Adam açıldı.

“Ben seksen yaşındayım. Ücret mi olurmuş?”

“Niye olmasın amca? Otobüse binenlerin hepsi ücretini ödüyor ya. Sen de öde.”

“Öderiz kardeşim. Bazen öderiz. Bazen ödemeyiz.”

Otobüs, durağa gelip durdu. İhtiyar adamın “yüzü” olmadığını anladım. Adam para ödemeden otobüsten indi. Adam, suratına tükürsen “yarabbi şükür” diyecek birisi demek ki. Şoför kızmakta haklıydı.

Adama;

“Gerçekten sen terbiyesiz bir adammışsın” dedi. Hem de yüzüne. Adam inerken sırıtarak baktı şoföre. Yere indi. Şoföre, birde el salladı. İyi ki belediyede şoför değilim. Ben el firenini çekerdim.

Allah size sabır versin şoför kardeş.

*

Başka gün yine otobüsteyim.

Bir durakta yine yaşlı bir adam.

Ön kapıya yanaşan adam, adımını atabilse otobüse binecek. Binecek de ayağı kalkmıyor. Ön taraftaki iki üniversite öğrencisi kollarına girip, yaşlı adamı otobüse bindirdiler. Ön tarafta oturan genç bayan adama yerini verdi. Dedem, biber çuvalı gibi düştü otobüsün koltuğuna.

Yaşlı adamı gözlüyorum. Dedem, bastonunu ayaklarının arasına koydu. Dede ceplerini yoklamaya başladı. Bütün ceplerini yokladıktan sonra, ilk baktığı ceket cebinden kent kartını bulup çıkardı. Kartı ileri doğru uzattı. Elini uzatınca, gördüm ki dedenin elleri cereyana bağlanmış gibi titremekte. Gençlerden birisi kartı aldı. Gösterdi okuyucuya. “Bip bip” dedem yol ücretini ödedi. Birkaç gün önceki ameliyatlıyım diyen, beleşçi ihtiyar aklıma geldi. Ben o beleşçi ihtiyardan utandım. Yaşlı adama kartını verdi, üniversiteli genç. Adam kartını aldı. Ceket cebine koymaya çalıştı. Her hamlede eli boşa gitti. En sonunda bir genç elinden alıp cebine koydu kartı. Dede önsezileriyle ineceği yeri söyledi. Durağa gelince, gençler dedemi alıp yere indirdiler. Sessizce ayaklarını sürüyerek yürümeye başladı yaşlı adam. Otobüsün gerisinde kayboldu gitti.

Bu ihtiyara saygı duydum.

Ellerini öpesim geldi.

*

Kepez’e gidiyorum.

Köprübaşında, otobüse üç “altın kız” bindi. “Altın Kızlar” yaşlarının gerisinde bir rüküşlükle ve makyajla palyaçolardan bile daha boyalıydılar. Her birisinin birbirlerinden daha gülünç ve abartılı aksesuarları vardı. Gülünç bir durumdaydı “altın kızlar.”

Otobüste birbirine bakan ikili koltuklara oturdular. Birisinin yanındaki boş yere başka birisi oturdu. Otururken adamın ayağı, kadının ayakkabısına dokundu. Kadın ayağıma bastın diye bastı yaygarayı. Adam basmadım dese de fayda etmedi. Kadın suratını sirkelendirerek “bastın” diye ısrar edince, adam özür dileyip işlemediği suçu üzerine aldı.

Diğer kadınlardan birisi elini yelpaze gibi sallayıp “ay bu otobüs ne kadar kötü kokuyor” derken, kötü kokuyu çıkaranlardan birisinin de kendisinin olduğunu fark edemeyecek kadar sivri akıllı, düşüncesiz birisi olduğunu tescil ettiriyordu. Diğer kadın, yanında dikilen saçları karışık roman kızının başını okşarken, sahte gülücükler dağıtıyordu, çevresine. Çocuk biraz öteye gidince, ıslak mendille, suratını ekşiterek ellerini silerken belki de bir ben görmüştüm kadının bu hareketini.

“Altın Kızlar” kahvaltıya gelmişlerdi Kepez sınırına. Otobüsten inerken konuşmalarından anladım.

Bu kadınların tavırlarını görünce benim iştahım kesilmişti çoktan.

Anladım ki günümüzde, yaşlılığın hakkını veren insanlar yok artık.

Bilgelik bir yozlaşmanın içinde erimiş gitmiş.

Yaşlılığın hayata kattığı tecrübe bitmiş sanki.

Bunları görünce, “dedemle ninemi” özlüyorum.

Filtreler:

Şuayip Odabaşı Son Yazıları...

Yorumlar...

    Henüz yorum yok...

Sizin Yorumunuz...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir