Çerçevesiz Camlı Pencere
Eve gidiyorum.
Hava soğuk.
Yolun sağındayım.
Ev olduğuna, meclis kararı olması gereken, bir eğreti yapının penceresine takıldı gözüm. Özel yapılmış bir çerçevesi yok. Cam, doğrudan duvar örülürken bırakılmış olan, pencere şeklindeki boşluğa yerleştirilmiş. Etrafı çimento ile sıvanarak, camın düşmesi önlenmiş. Al sana bir pencere. İçeri ışık giriyor mu? Eh giriyor. Dışarıdan içerisi havalandırılıyor mu? Bu özel pencere açılmıyor. Havalandırma olmayıversin. Pencere değil de, odayı gösteren bu deliğe, pis bir kumaştan perde de takılmış. Gerçi, pencerenin kiri pisliği, içerisinin görülmesini önlediğinden, perdeye de gerek yok aslında. Bacasından duman çıktığına göre, bu ev olduğunu zannettiğim yerde birileri yaşamakta.
Meraklandım.
Bir gece eve giderken gözüm yine bu pencereye ilişti. Baktım odanın içine. (Dikizcide olduk anasını satayım.) Evin ortasına doğru sarkan lambanın ölü ışığında, her yere dikkatli bir şekilde baktım. İnsanların gobak lamba dediği ampul, sinek pisliğinden dekoratif bir hal almış. Odanın içi darmadağın, duvarların boyası sıvası dökülmüş yer yer. Yatağın ortası delik, yorganlar pislikten rengini kaybetmiş. Evin bir köşesine, kalın kartonlar yığılmış. Belli ki marketlerin önlerinden alınmış. Odanın ortasında eski bir teneke soba. Sobanın başında bir ihtiyar adam oturmakta. Ayaklarını açarak uzatmış, sobanın iki yanına. Sobanın hava deliğinden, kartonları koparıp koparıp, atıyor içine. Sobanın bir tarafı kıpkırmızı olmuş. Odanın içi tavana doğru duman dolmuş. Tavan isten simsiyah olmuş. Odanın kapısı da açık. İhtiyar adam, öylesine odayı ısıtıyor.
Ne zaman evin önünden geçsem, hep merak ettim ihtiyar adamı.
Doğalgazlı apartmanda oturanlar, belediyeden kömür istiyormuş.
İki üç apartmanı olduğu halde, bazı kadınlar gidip belediyeden süt istiyormuş.
Bu fakir adam ne yer, ne içer?
Ben merak ediyorum.
Bir öğle vakti, evin yok odanın önünde gördüm adamı. Suratı bozuk bir adam;
“Benim odunları alıp yakma” diye sert çıkışlarla bağırıyordu ihtiyara. İhtiyarda aşağı kalmıyordu.
“Bana ne senin odunundan, ben senin odunlarını almadım” diye karşılık veriyordu.
Daha sonra öğrendim oğluymuş.
*
Adamın ağzında hiç dişi kalmamış. Üzerindeki elbiselerin kaç yıldan beri yıkanmadığı tartışılır. Saçı sakalı karmakarışık, pis bir ihtiyar adam işte. Kısacası, adam aynı Tom Miks çizgi romanındaki, “Kanyakçı” gibi bir şey.
Ne zaman geçsem o sokaktan, perdesi hiç kapanmayan o evin içi geldi gözümün önüne.
Bakmadan geçemedim ya!
Manzara bir mevsim boyu hiç değişmedi. Pislik içinde yaşadı adam. Hiç elbisesini değiştirmedi.
Bahar geldi, birileri gelir temizler diye bekledim.
Gelen giden olmadı. Eve bir el atan, temizleyen olmadı kısacası..
Odanın dağınıklılığı hep aynı kaldı.
Yatak aynı.
Yorgan aynı.
Şimdilerde soba dinlenmeye geçti.
Mevsim değişti ya.
İhtiyar adam değişmedi.
Yoksulluk adamın üstünde, adamın yakasında sefillik.
Bakıyorum adama, üzülüyorum.
İçim cız ediyor, çaresizim.
Bazen “gideyim, birilerinden yardım toplayıp, şu adama vereyim” diye düşünüyorum.
“Kepez’e böyle bir adam yakışmıyor” diye geçiriyorum içimden.
Yanlış anlamayın,”adam yakışıyor da yaşantısı yakışmıyor.”
“Kepez’de bir yoksul ihtiyar gördük, kimse ilgilenmiyor.” demezler mi sonra?
*
Ben böyle böyle aklımdan bir şeyleri geçirirken, bir gün bizim kanyakçı evden çıktı. Caddenin ortasında, karşı karşıya geldik.
Selam verdim ihtiyara. Hatırını sordum.
Dedim ki;
“Kepezli misin?
“Hayır” dedi.
Peki nerelisin?
“Kepeze yakın…. köyündenim.”
Sormaya devam ettim.
“Dayı ev senin mi?”
Haa benim. Mütayit istiyo. Üç dayre verim ve bana arsi diyo. Ben şimdilk vermiyom.”
Vay anasını!
“Eee dayı, senin köyde de tarlalar vardır.”
“Var var, köyde ev duruyo. Yabancı birisi gelmiş geçenlede, 150 bin lira vermiş, satmadım.”
Oh…. Ehem şey, tarla marla….”
Atıldı ihtiyar;
Va! va! Köye yakın, 20 dönüm bi yer va. Bi de toki konutlana doru, 45 dönüm bi yer va. Ev olcakmış u tarlanın olduğu yerlerede.
??!!
Allahım; ben fakir kuluna yardım et!
Allahım; sana şükürler olsun.
Allahım; zenginlik içinde fakir olan, bu insanların yaşantılarından, bir ders almayı bizlere ihsan eyle.
Tarlamız yok, arsamız yok
Müteahhite verecek arsamız yok.
Ekmeğimiz, suyumuz var.
Allaha çok şükür!
Şuayip Odabaşı Son Yazıları...
- 08/01/2014 Bir Ankara / İki Gün / İki Lira
- 18/08/2013 Şakir Askan / Seni Sevmeyen Ölsün
- 18/07/2013 Birliği Bozan Birlik Kavgaları
- 05/07/2013 Zülfü Livaneli / Kepez Kayısı Şenliği
- 01/07/2013 Ucuz Hayatlar
- 24/06/2013 Ölüler Kenti Ozanı’na Mektuplar*
- 11/06/2013 Yenice’de Her Gün Doğa Yürüyüşü
- 27/05/2013 Kepez Güreşlerinin Sonrası
- 15/05/2013 Haydi Kepez’e Güreşlere Gelin
- 30/04/2013 Tostçular Çarşısı
Yorumlar...
Henüz yorum yok...