“Bir Kentte Bienal Varsa O Kent Bienalle Işıldar”
Geçtiğimiz günlerde Defne Türk-Yunan Dostluk Derneği Genel Sekreteri Nilüfer Tarıkahya dernek olarak geçen yıl dostluk festivali düzenledikleri ve ilişkilerini sürdürdükleri İmroz’u ve Çanakkale’yi ziyaret etti. Festival yaptıkları şehirlerle güçlü bağlar kurduklarını belirten Nilüfer Tarıkahya ile hem dernek çalışmaları ve düzenledikleri festivaller üzerine hem de Çanakkale, İmroz ve 4. Uluslararası Çanakkale Bienali gibi birbiriyle ilişkili pek çok konu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Bildiğimiz kadarıyla Defne Türk Yunan Dostluk Derneği, Başkanlığını Emekli Büyükelçi Yalım Eralp’in yaptığı, Türkiye ve Yunanistan’dan aralarında akademisyen, bilim insanı, gazeteci ve diplomatların da yer aldığı, iki ülke arasındaki dostluk bağını güçlendirmek ekonomik ve kültürel ilişkileri geliştirmek için kurulan ve bu amaçlar doğrultusunda çalışan bir dernek. Derneğinizin Çanakkale ile olan ilişkisinden bahseder misiniz?
Bizler Defne Derneği olarak 12 yıl boyunca Türkiye’nin ve Yunanistan’ın farklı şehirlerinde festivaller düzenleyerek iki ülke, iki halk arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkı sunmaya çalıştık. Bu anlamda Çanakkale bizler için hem özel hem de önemli bir yer. Defne Derneği olarak ilk festivalimizi 2002 yılında Tenedos/Bozcaada’da gerçekleştirdik. Diğer festivallerimizden farklı olarak o festival bir ay kadar sürmüştü. O dönem Çanakkale ile oldukça yoğun ilişkiler kurma şansımız oldu. Elbette o dönemde konjonktür bambaşkaydı. Sivil toplum bugünkü kadar gelişmiş olmadığı gibi Türk-Yunan ilişkileri üzerine barışçıl bir söylemin geliştirilmesinin önünde de daha fazla engel vardı. Bozcaada da bu kadar tanınan bu kadar popüler bir yer değildi. Elbette Bozcaada’da festival yapmak aynı zamanda Çanakkale ile ilişkilenmek demekti. Gözle görülür değil pek belki ama Tenedos/Bozcaada ve İmroz/Gökçeada Çanakkale ile nefes alan yerler. Ayrıca 2002’de Bozcaada’da festival yaptığımız dönemdeki Çanakkale ile şimdiki Çanakkale’de çok farklı.
Çanakkale’yi uzun yıllar gözlemlemiş biri olarak bu farklılıklar nelerdir sizce?
Öncelikle belirtmeliyim ki Çanakkale bulunduğu coğrafyası, doğal güzellikleri, tarihsel ve kültürel mirası ile çok özel bir yer ve çok önemli bir potansiyele sahip. Özellikle turizm açısından… Çanakkale’yi bir çok kez farklı zamanlarda ziyaret etme şansım oldu. Bununla birlikte festival yaptığımız şehirlerle güçlü bağlar kuran bir derneğiz. Dolayısıyla kentteki değişime de tanıklık edebiliyoruz. Bana kalırsa Çanakkale 2002’de Bozcaada’da festival yaptığımız dönemlerden bu güne oldukça hızlı gelişen ve ilerleyen bir kent. Özellikle sivil toplumun daha da geliştiğini, yerel yönetimin halkla birlikte karar almak için çaba gösterdiğini, birçok olumlu projeye imza atıldığını söyleyebilirim. Ancak turizm alanında sahip olunan potansiyele rağmen hala yeterince ilerleme kaydedilemediğini düşünüyorum. Elbette kentin çok farklı sorunları mevcut olabilir ancak bu sorunları aşabilecek güçlü bir duyarlılığın ve iradenin bu kentte var olduğuna inanıyorum.
Geçen yıl 12. Türk-Yunan Dostluk Festivalini 11 yıl aradan sonra yine Çanakkale’de bu kez İmroz’da yaptınız. İmroz’u tercih etmenizin sebepleri nelerdi?
Türk-Yunan Dostluk Derneği olarak elbette ki Rumların ve Türklerin bir arada yaşadığı bir ada doğal olarak bizlerin ilgi alanına giriyor. Bununla birlikte İmroz kendine özgü bir kültürel dokusu olan, gastronomi açısından turizm açısından çok önemli bir yer. Cittaslow / Slow Food açısından da özel bir ada. Adadaki Rum okulunun açılması da iki halk arasındaki dostluğa katkı sunan bir gelişme. Tüm bunlarla birlikte İmroz, bir Yunan adası olan Samotraki’ye de yalnızca 9 mil mesafede. Bizler bu iki ada arasında sadece gümrük kapılarını değil barış, dostluk ve yan yana durma kararlılığını da açmak istedik. İki adanın da tarihi ve kültürel bağları olduğu için yan yana durmaya ihtiyacı olduğunu düşündük ve 12. Türk-Yunan Dostluk Festivalini İmroz ve Samotraki’de gerçekleştirdik. Elbette Çanakkale ile kurduğumuz güçlü bağlar da İmroz’u tercih etmemizi sağladı.
Genel olarak festivali planlama aşamasından uygulama aşamasına başından sonuna kadar düşündüğünüzde Çanakkale yerelindeki olumlu olumsuz deneyimleriniz nelerdi?
Çanakkale’deki dostlarımız, arkadaşlarımız bizlere destek oldu. Yerel basın konuya oldukça geniş yer verdi. İmroz tarihinin ilk basın toplantısını gerçekleştirdik. Tam bir senede planlanan ve hemen hemen her ay İmroz’a gelip gitmek suretiyle organize edilen bu festivalin içeriğini, amaçlarını, etkinliklerini anlattık. Daha önce gerçekleştirdiğimiz Bozcaada festivalinde o dönemki rektör Ramazan Aydın Bey ile oldukça yoğun çalışmış; kendisinin önemli ölçü de desteğini görmüştük. Ancak İmroz Çanakkale festivalinde üniversite ile çalışmadık. Samotraki ve İmroz’da çeşitli etkinlikler gerçekleştirdik. Festival farklı nedenlerle dört kez ertelenmek durumunda kaldı ve son olarak geçen sene Eylül ayında oldukça yoğun bir katılımla gerçekleşti. Bir çok olumlu deneyimimiz oldu. Örneğin iki ada arasında ilk kez doğrudan deniz seferi gerçekleşti, iki ada ilk kez turizm odaklı bir yaklaşımla ‘tek destinasyon’ olarak tanıtıldı. Samotraki’de 12 Eylül tarihinde başlayan festival kapsamında düzenlenen panelde Türk ve Yunan konuşmacılar çevre ve turizm konusuna değindiler. İmroz’da düzenlenen panelde ise Türkiyeli ve Yunanistanlı panelistler çevre ve turizm konularının yanı sıra İmroz’da geçmişte Rumlara uygulanan olumsuz politikaları ve tekrar açılan Rum okulunu da konuştular. Birlikte yemek pişirildi, barışa sofra kuruldu, dans edildi, “iki ada iki asma” enstalasyonuyla dostluk ve barışa vurgu yapıldı, ilk defa bir yerel gazete Rumca ve Türkçe yayın yaptı. Kanımca bunlar çok önemli işlerdi. Elbette bir çok olumsuz deneyimimiz de oldu. O dönemki İmroz yerel yönetimi tarafından organize edilen tekne seferi sırasında türlü eziyetler yaşandı. Yaşı hayli geçkin olanlar dahil insanlar tekneden inmek ve binmek için saatlerce bekletildi. Bazı Yunan gazetecilerin ve Dafni üyelerinin tekneye alınmasına izin verilmedi. Festival koordinatörü olarak benim tekneye inip binmem engellenmeye çalışıldı. 40 dakikalık yolculuk türlü bahaneler ve eziyetlerle bekleme süreleriyle birlikte 12 saate çıktı. Konu ile ilgili detayları gazeteci Celal Başlangıç’ın “İmroz’da Bir Hayalet Dolaşıyor” başlıklı yazısından okuyabilirsiniz. Festivalin iptaline çabalayan karanlık odaklara rağmen yaşanan zorluklar ve sıkıntılar festivale katılan iki halkın insanları arasında bir dayanışma bağı kurdu ve gecikmeler yaşansa da Defne’nin programı uygulandı. Bunun Türk Yunan dostluğu adına önemli bir kazanım olduğunu düşünüyorum.
Peki Türk Yunan Dostluğunun tesisinde Çanakkale nasıl bir işlev görebilir sizce? Ne tür katkılar sunabilir?
Daha önce de belirttiğim gibi Tenedos/Bozcaada ve İmroz/Gökçeada Çanakkale ile nefes alan, Çanakkale’den beslenen yerler. Bu açıdan Çanakkale merkezindeki olumlu gelişmeler adaları da olumlu yönde etkileyecektir, örnek olacaktır yani. Halklar arasındaki barış ve kardeşlik vurgusu önemli tabi. Somut adımların atılması için yerelden bir hareketlilik yaratılabilir. Çanakkale vizyonunu barışın kenti olarak kuran bir şehir. Bu kentte yapılacak bir çok kültür sanat etkinliği Türk Yunan Dostluğunun tesisinde önemli bir rol oynayabilir, iki halk arasındaki önyargıları kırmaya ve birbirlerini yakından tanımaya vesile olabilir. Örneğin geçen yıl İmroz’da düzenlediğimiz festivalde Kaleköy’de (Kastro) bulunan Samotraki ve İmroz Belediye Başkanlarının zeytin ve asma fidanları dikerek açılışını yaptıkları dostluk enstalasyonunun bu gelişimizde iyi durumda olmadığını gördük. İnsanların banklarına oturdukları, denizi seyrettikleri, sahiplendikleri komşu kültüründe izlerini taşıyan bu enstalasyonun taşlarının, Yunanca ve Türkçe yazılı tabelalarının düşmüş olması üzücü. Belki o dönem yaşanan deprem, şiddetli yağmurlar, sel neden olmuş olabilir. Bilemiyoruz tam olarak. Elbette ki onarılabilir, onarırız da. Bu durum bize kültür sanat etkinliklerinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Bu etkinlikler verdikleri barış mesajıyla kentin dokusuna işlenirse, çocuklar bu barış mesajının içinde kültür ve sanatla iç içe büyürse dostluk enstalasyonları tahrip olsa dahi onları onaracak ve dostluğu diri tutacak bir bilinç de gelişmiş olur.
Söz kültür sanattan ve enstalasyondan açılmışken 4. Çanakkale Bienali de Platon’un “Savaşın sonunu yalnız ölüler görür” sözünden yola çıkarak yeni sınırlar ve göç hareketleri, söz konusu coğrafyadaki kültürlerin birbirinden kopuşu ve bu kültürlerin yeni süreçle dönüşümleri konuları sorgulayan buradan barışa vurgu yapan bir kavramsal çerçeve sunuyor. Siz bu alanda çalışan ve Çanakkale’de daha önce iki festival düzenlemiş bir dernek olarak Çanakkale Bienali’ne bir davet aldınız mı?
Çanakkale Bienali’nin basın toplantısı İstanbul’da yapılmıştı ve Çanakkale’de tanınan ve festivaller yapmış bir dernek olarak bizler de davetliydik. Belediye Başkanı Ülgür Gökhan’ın yaptığı konuşmanın ardından davetlilerle birlikte Sevgili Beral Madra’nın konuşmasını dinledik. Daha sonra soru-cevap bölümüne geçildiği vakit bienal ekibine savaş karşıtlığı ve barış söyleminden de yola çıkarak İmroz’un bu bienalin neresinde olduğunu, dahil edilip edilmediğini, bienal kapsamında İmroz’da neler yapılacağını sorduk. Bienal kapsamında İmroz’da herhangi bir şeyin yapılmayacağı söylendi. Bu arada Ülgür Bey’de konuya duyarlı olduklarının altını çizdi. Çanakkale’deki çokkültürlü mirasa değinerek Ermeni kilisesini ve sinagogu onardıklarını, gayrimüslimlerin kültürlerine, inançlarına ve Çanakkale’deki tarihi ve kültürel miraslarına saygı duyduklarını ifade etti. Basın toplantısının ardından Cezayir Restaurant’ta yapılan kokteylde bizler de bienale davet edildik. Bunun üzerine dernek başkanımız Emekli Büyükelçi Yalım Eralp davetten memnuniyet duyduğunu belirterek, Çanakkale’nin İmroz’u kucaklamasının, arada bir köprü oluşturulmasının önemine değindi ve katkı verebileceğimizi ifade etti. Bizler de dernek olarak hazırlıklara giriştik. Atina, Selanik ve İmroz’daki Rum Derneği ile İmroz’daki dostlarımızla bienalin içinde yer alacak bir ekip oluşturmaya çalıştık. Tema bizi yakından ilgilendiriyordu ve bu nedenle bienal davetini de heyecanla karşıladık. İstanbul’daki Rumvader’e de bir davet yaptık. Süreç içerisinde bienal ekibiyle yazılı ve sözlü temasta olduk.
Biz kültür sanat yoluyla halklar arasında köprüler kurmak isteyen ve bunun için çalışan bir dernek olduğumuz için kuruluşumuzdan beri kültür sanat faaliyetlerinin hep içinde olduk. Yusuf Taktak, Şeyma Reisoğlu, Kezban Arca Batıbeki, Elif Çelebi, Ara Güler, İzzet Keribar, İsa Çelik, Orhan Taylan, Mürteza Fidan gibi alanında önemli işlere imza atmış değerli sanatçılarla sergiler ve çeşitli özel etkinlikler gerçekleştirdik. Sadece Türkiye’den değil Avrupa’dan da birçok yazar, çizer, akademisyen, fotoğrafçı, ressam, heykeltıraş ve tasarımcı ile etkinliklerimizi sürdürdük. Bu etkinlikler aracılığıyla özellikle halklar arası barışı ve dostluğu vurgulayan kalıcı eserler bırakmaya da özen gösterdik. Denizli’deki dostluk heykeli, Büyükada’daki dostluk enstalasyonu, Nevşehir’de bir Türk bir Yunan sanatçının bir parkta yan yana iki heykeli, İmroz’da Kaleköy’de (Kastro) bulunan Samotraki ve İmroz Belediye Başkanları’nın zeytin ve asma fidanları dikerek açılışını yaptıkları dostluk enstalasyonu bunlardan sadece bir kaçı. İyi küratörlerle çalıştığımızı örneğin Ali Akay’ın bütün sergilerimizin küratörü olduğunu da belirtmek isterim. Bu deneyimlerimizden yola çıkarak Çanakkale Bienali kapsamında da kalıcı eserler bırakmak istedik. Zira basın toplantısında sorulan sorulardan biri de bienalin Çanakkale’ye ne tür kalıcı işler, eserler bıraktığı yönündeydi ve verilen cevaptan pek de bir kalıcı bir ürün bırakılmadığı anlaşıldı.
Defne olarak sizler 4. Uluslararası Çanakkale Bienali kapsamında nasıl bir iş tasarlamıştınız?
Bizlerin buradaki bienalde yapmak istediği şey elbette bienalin kavramsal çerçevesi içinde savaş temasına denk düşen bir çalışmaydı. Ancak bunu tanklarla, toplarla, askeri malzemelerle anlatmayı değil Çanakkale’nin, İmroz’un ve Yunanistan’ın temel ve ortak sorunlarından biri olan doğa katliamlarına, tabiata karşı açılan savaşa dikkat çeken bir işle ele almak istedik. Çanakkale’de uygun bir duvara bir tür wallpainting yöntemiyle Çanakkale’den, İmroz ve Yunanistan’dan gelen insanların oluşturduğu büyük bir ekiple Kazdağları’nda altın aranmasına, ormanların yok edilmesine, denizlerimizin kirletilmesine karşı mesajlarımızı birlikte Türkçe, Yunanca ve İngilizce bir tasarımla bu duvara yansıtmaktı. Ülgür Bey bu konuda bize inanılmaz destek oldu. Bununla birlikte İmroz’daki Rumları, hemen yanı başımızda İskeçe’de yaşayan Türkleri, oradaki değerli sanatçıları Çanakkale’de bir araya getirmek, tanıştırmak ve birlikte sanatsal üretimler gerçekleştirmek de bienal kapsamında yapmak istediğimiz şeylerden biriydi. Bienal ekibiyle yazılı, sözlü görüşmeler, telefonlar ve e-postalar aracılığıyla bir şekilde antant kaldık. Yunanistan tarafı da bu tasarımı heyecanla karşıladı ve irtibatımızı sürdürdük. Ancak her ne hikmetse, her nedense olmadı, gerçekleşmedi. Bu süreçte tasarladığımız iş dolayısıyla bağlantıya geçtiğimiz, onay aldığımız herkese “özür dileriz, olmuyor” demek durumunda kaldık. İlgililer ilgili gözüküp ne yazı ki ilgilenmediler. Sanırım ancak böyle açıklayabilirim. Keşke ilgilenselerdi, keşke İmroz bu bienale dahil olabilseydi, keşke Çanakkaleliler yanı başlarındaki Yunan Makedonyası’nın Batı Trakya’nın bir kültür sanat merkezi olan İskeçe/Xanthi kentiyle tanışabilselerdi. Keşke barışın kenti Çanakkale’den sahiden barış ve dostluk köprüleri kurulabilseydi. Ancak biz yine de umudumuzu yitirmiyoruz. Çanakkale için bir şeyler yapmaktan onur duyacağımız gibi Çanakkale’den de çok şey öğreneceğimizi ve Çanakkale ile büyüyeceğimizi düşünüyoruz.
Peki 4. Uluslararası Çanakkale Bienalini gezdiniz mi? Bienal ile ilgili düşünceleriniz neler?
Bienal ile ilgili haberleri ilk olarak Açık Radyo’da dinledim. Sizin de belirttiğiniz gibi bienal Platon’un “Savaşın Sonunu Yalnızca Ölüler Görür” sözü üzerinden 1. Dünya Savaşı’nın 100. Yılına odaklanmıştı. Programa katılan sanatçılardan biri bienaldeki işlerin çoğunun savaşı tank, top, bomba ile yani savaşı savaşla anlattığını belirtmişti. Evet Çanakkale Bienalini gezmeye çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü bir süpermarketin sebze meyve reyonunun yanından alış-veriş yapan kalabalığın arasından sıyrılarak bir üst kata çıktım ve yine alış veriş yapanların gürültüsü içinde bienal ana mekanını gezdim. Ancak diğer önemli bienal mekanları olan Mahal ve Korfmann Kütüphanesi üstelik de açık olacağı belirtilen saatlerde kapıları asma kilitle kilitlenmiş olduğundan oradaki işleri göremedim. Farklı zamanlarda İstanbul’dan gelen bir çok arkadaşımda bu mekanların kapalı olmasından yakındı.
Bienalde sizi etkileyen bir iş var mıydı?
Lübnanlı Ermeni sanatçı Nigol Bezjian’ın ‘Çanakayna’ adlı yerleştirmesi bence önemli bir işti. 1915 yılının sıradan bir Osmanlı askeri kılığındaki Sarkis, bugünkü Çanakkale sokaklarında dolaşıyordu ve iyi bir işti. Böyle bir işe yer veren bienalin Çanakkale’nin yanı başındaki İmroz’u ve Rumları bienale dahil etmemesi bence şaşırtıcı. Bienal madem Bezjian’ın işini dahil ederek azınlıklar meselesini es geçmemişse Çanakkale’nin çokkültürlü mirasını ve dokusunu da dikkate alarak burada yaşamış ve hala yaşayan azınlıklara kavramsal çerçevesi açısından yer verebilmeli onları da dahil edebilmeliydi.
Çanakkale’yi bienal düzenlenen farklı şehirlerle kıyasladığınızda ne tür benzerlik ya da farklılıklar görüyorsunuz?
Gerek dernek olarak çalışmalarımız sırasında gerekse kişisel ilgim dolayısıyla bienali olan pek çok kenti görme fırsatı buldum. Bir kentte bienal varsa o kent bienalle ışıldar. Şehre otobüsle, trenle, gemiyle, uçakla ya da özel aracınızla nasıl girerseniz girin kentte var olan bienalin varlığını, rüzgarını, enerjisini o kentin sokaklarında, kordonunda, iskelesinde, meydanlarında, otobüs duraklarında, kafelerinde, okullarında yani bütün kamusal alanlarında hemen hissederseniz ve sanata dair o heyecan sizi sarıverir. Bienale ilişkin sokak etkinlikleri, stantlar, posterler, broşürler, tanıtım filmleri, ilanlar hemen her yerde karşınıza çıkar. Bienal kentle ve kentliyle doğru ilişkilenmişse dışarıdan biri olarak dahi bu ilişkinin sahiciliği sizi bienale çeker. Gidip görmek, izlemek isterseniz. Çanakkale Bienali 4. kez yapılan ve içeriği itibariyle de çok önemli bir bienal olmasına rağmen kentle, kentliyle böyle ilişkilenemediği izlenimini uyandırdı bende. Kaldığım otelde, gezdiğim sokaklarda, gittiğim restaurantlarda insanların bienalden haberi olmadığına şaşkınlıkla tanıklık ettim. Evet kentin bir bienale ev sahipliği yaptığından haberi bile yoktu. Oysa yerel yönetimin bu kadar ciddi desteğini almış, kamu kaynaklarının yanı sıra önemli fonlar kullanmış ve büyük bütçelerle yapılan böylesi önemli sanat oluşumlarının kentliye ulaşması, farklı tartışmalar ve performanslarla o kentteki kültür sanat ve düşünce hayatını zenginleştirmesi, kalıcı izler bırakması yani kente değer katması beklenir. Çanakkale Bienali bu anlamda sorunlu, soru işaretleriyle dolu ve ne yazı ki beklentileri karşılamıyor.
Deneyimlerinizden yola çıkarak sizin bu konuyla ilgili önerileriniz var mı? Söz ettiğiniz beklentileri karşılamak noktasında sizce neler yapılabilir?
Her şeyden önce yerel dinamikleri de harekete geçiren, bu kentte yaşayan sanatçılarla, kültür sanat alanında çalışan uzmanlarla ve elbette kentte yaşayanlarla etkileşimi sağlayacak, canlı tutacak bir lokal anlayışın geliştirilmesi gerekiyor bana kalırsa. O coşkuyu ve dinamizmi yansıtacak ve kente aktaracak kanallar açılması lazım. Çünkü bienaller birçok şeyi aynı anda yapmayı sağlayan sanat etkinlikleridir. Bir kentte 4. kez bienal yapılmış olması farklı temalarla geçen 8 yıl demektir. Bu yıllar itibariyle hala kenti teğet geçen bir bienaliniz varsa ekip olarak sağlam bir özeleştirinin yapılması da önemli. Çünkü insanlar bu kadar paranın, bütçenin nereye harcandığını da bilmek ister vatandaş olarak. Bununla birlikte bu yılların birikimi, fotoğraflar, videolar, kalan şeyler, sanat eserleri bir yerde sergilenirse, bu bienaller için bir sanat galerisi olursa, çocuklar, gençler, dezavantajlı gruplar gelip gezme şansı bulursa farklı kanallar da açılabilir. Çanakkale bienal yapılacak en güzel kentlerden biri. Potansiyeli iyi değerlendirilirse kenti de kentliyi de zenginleştiren bir süreç gelişir. Bununla birlikte barış perspektifli tasarımların çoğalması için özel bir çaba harcanırsa insanlar barış üzerine daha çok düşünme, tartışma, farklılıkları tanıma, kendilerini ve ön yargılarını sorgulama şansı bulur. İşte o zaman İmroz’da tahrip olan barış temalı enstalasyonun düşmüş bir taşı için kaygı duyar, taşı yerine koyar, tabelayı yerine takar. Adada iki eşit halk olarak yaşamasını öğrenir.
Son soru; Defne Türk Yunan Dostluk Derneği olarak Çanakkale’de yapmayı planladığınız etkinlikler var mı?
Elbette. On yılı aşkın bir süredir ilişkide olduğumuz iki festival ve birçok etkinlik düzenlediğimiz bu kentle ilişkilerimizin gelişerek devam edeceğine inanıyoruz. İmroz’u sık sık ziyaret ediyor ve adada yaşanan sorunlarla yakından ilgileniyoruz. Önümüzdeki dönemde de özellikle Türk-Yunan dostluğuna vurgu yapan çalışmalarımızı Çanakkale ve İmroz’da sürdürmeye devam edeceğiz.
Yorumlar...
Henüz yorum yok...