Ayakkabılar
Otobüs durağındayım.
Kepez’de.
Çanakkale’ye gideceğim.
Kepez Belediye Başkanlığı’nın uyarı ilanı gözüme ilişti. Okudum gözlük üstüne gözlük takıp.
“Toplu taşıma araçlarıyla ilgili sorunlarınızı, Çanakkale Belediyesi’ne bildiriniz. Kepez Belediyesi’nin otobüslerle ilgisi yoktur” gibi bir şey.
Demek ki otobüsler halkı bıktırmış, otobüslere binenler de Kepez Belediyesi’ni.
Otobüslerle ilgili şikayetler nereye yapılacak?
El cevap:
“Çanakkale Belediyesi’ne.”
*
Otobüs bekliyorum.
Durağın içindeyim. Ayağımın dibinde bir kola kutusu durmakta. Sinirlendim birden. Ayağımla geri tarafa döndürüp tekmeledim kutuyu. Kutu duraktan çıktı gitti. Sağıma baktım, bir sigara paketi. Ayağımla iteledim, paketi çöp kutusuna doğru. Sonra alıp çöpe attım. Durağın içi sigara izmaritinden geçilmiyor.
Bir rüzgar çıktı. Boş kola kutusu indi geldi önüme. “Yine tekmele beni” diyor sanki.
Kendi kendime;
“Hışt hışt sakin ol.
Sinirlerine hakim ol.” dedim. Kutuyu aldım, çöpe attım. Şimdilik tekmeleyecek bir şey kalmadı. Yarın Allah Kerim.
Yinede bakındım durağın içinde şöyle bir. Daha önce görmediğim şeyi gördüm.
Bir bebek ayakkabısı.
Aldım ayakkabıyı, evirdim çevirdim. Çok güzel bir şey. Benim çocukluğumda yoktu böyle ayakkabılar.
Naylon pabuçlar vardı. Kopan yerlerini ısıttığımız maşa demiriyle yapıştırırdık. Boşver çocukluğunun ayakkabısını, yaranı deşme.
Uzun süre baktım çocuk ayakkabısına. Bu ayakkabıyı beş yaşlarında bir erkek çocuk giyiyordur, diye düşündüm. Aceleyle otobüse binerken anne görmedi, yaramaz çocukta ayağını sallayıverdi, ayakkabı kalakaldı durakta.
Hala otobüs gelmedi. Ayakkabıyı, durağın omurgasını oluşturan demirin üstüne koydum, belki ararlar diye.
Nihayet geldi otobüs, bindim. Bindiğim yerden tekrar baktım, minik ayakkabıya. Kalakaldı durakta.
*
Otobüsün içinde, birden yıllar önce yolda bulduğum bebek ayakkabısı geldi aklıma.
Pembe bir ayakkabıydı.
Ayakkabının duruşu, benim yürüdüğüm yöne doğruydu.
Minik bir kıza ait olmalıydı. Daha yeni yeni yürümeye çalışan bir kız çocuğuna.
Ben öyle hayal etmiştim.
Aldım elime ayakkabıyı. İçini kontrol ettim, daha hiç giyilmemişti. Altları temizdi. Belki de evin içinde kullanılmıştı hep.
Ben gideceğim yere doğru yürürken, ayakkabı elimdeydi. “Sahibi çıkmazsa ne yaparım bu ayakkabıyı?” diye sordum kendime.
Evdeki vitrinde güzel durur?
Yok, okula götürüp masamın üstüne koyarım, Kalemlik olarak kullanırım?
İçine bozuk paraları koysam?
Hayal etmek parayla değil ya.
Böyle böyle yürüyorum.
Yürüdüğüm yolun ucunda bir kadın belirdi. Kadın hızlı hızlı bana doğru gelmeye başladı. Kadının hareketlerini net olarak seçmeye başladığımda, sağa sola bakınarak geldiğini fark ettim. Kadın bir şeyler aradığı, iyice belli oldu.
Bana on beş yirmi metre kala bilerek elimdeki ayakkabıyı görülecek şekilde kaldırdım. Kadın elimdeki ayakkabıyı görünce gülümsedi.
“Sizin çocuğunuzun mu?” dedim.
Kadın, “evet” derken “bulamam diye korkmuştum. Kızımın ilk ayakkabısı” dedi. Kadına uzattım ayakkabıyı. Teşekkür etti bana. Gitti bizim vitrin süsü ya da kalemlik.
O minnacık ayakkabı, çocuğunun ilk ayakkabısı mıydı, yoksa zor zar alınan bir ayakkabı mıydı?
Bilemiyorum.
Alım gücü olsaydı, belki kadın peşine düşmezdi.
*
Bizim kuşak, bayramlarda alınan yeni ayakkabıları kucaklarına alıp öyle yatarlardı. Kucaklarındaki ayakkabılarla uyurlardı.
Şimdiki çocuklar kucaklarına neyi alıp ta yatıyor? Bileniniz var mı?
*
Küçüklüğümde babam bana şakşak papuç(naylon) almıştı. Öküz arabasının üstünde güderken tekerleğe dokundurmuştum. Benim şakşak pabucun teki parçalanmıştı, diğerini de tek giyemedim. Parçalanan yerleri sıcak demirle tamir etmeye çalışmıştım olmamıştı. Hayallerim duman oldu gitmişti.
*
İnternette görmüştüm. Afrikalı çocuklar, kola şişesinden ayakkabı yapmışlar.
Kepez’de çöp kutularının yanına ayakkabı bırakıyorlar. Az kullanılmış ayakkabılar. Marka spor ayakkabıları. Daha neler neler?
“Nasıl para kazanılır?” bilmeyenler, marka takılıyorlar.
Çocuklarına karşı “hayır” kelimesini kullanmayı beceremeyenler, tüketen bir nesil yetiştirdiklerinden, işler iyice karışıyor.
Bakın çevrenize, böylelerini göreceksiniz.
Ayakta, marka ayakkabı.
Cepte, marka cep telefonu.
Esas cep, babanın cebi.
Kimin eli, kimin cebi.
Büyük ayakkabılar, otobüs durağındaki küçük ayakkabı kadar masum değiller.
Büyüdükçe, masumiyet bitiyor.
Bir Arap atasözü şöyle dermiş.
“Ayakkabım yok diye üzülüyordum, ayakları olmayan birini gördüm.”
Ayakları olmayanları görenleri de, ben görmedim.
Ah benim çocukluğumun ayakkabıları ah!
“Aaaa bakın marka giymeyen bir çocuk gördüm!”
Hani! Hani!
Şuayip Odabaşı Son Yazıları...
- 08/01/2014 Bir Ankara / İki Gün / İki Lira
- 18/08/2013 Şakir Askan / Seni Sevmeyen Ölsün
- 18/07/2013 Birliği Bozan Birlik Kavgaları
- 05/07/2013 Zülfü Livaneli / Kepez Kayısı Şenliği
- 01/07/2013 Ucuz Hayatlar
- 24/06/2013 Ölüler Kenti Ozanı’na Mektuplar*
- 11/06/2013 Yenice’de Her Gün Doğa Yürüyüşü
- 27/05/2013 Kepez Güreşlerinin Sonrası
- 15/05/2013 Haydi Kepez’e Güreşlere Gelin
- 30/04/2013 Tostçular Çarşısı
Yorumlar...
Henüz yorum yok...