Bir Haziran Sabahı
18.06.2009
Bir haziran sabahı.
Şimdi sahil kentleri, cayır cayır yanıyordur.
Ben uyanmışım. Saat altı.
Atmışım kendimi dışarı.
Kumrular, serçeler çoktan başlamışlar günlük işlerine. Kuş sesleri birbirine karışıyor.
Bakıyorum şöyle bir Mahmutoğlu’na doğru. Bir de Kireçtepe’ye doğru. Kazdağlarının dorukları sis içinde. Eybekli Dağı’nın da (Güredağ) dorukları dumanlı.
Bir haziran gününde, dağlar dumanlı.
Yenice’nin başı dumanlı.
Benim başım dumanlı.
Yanıyordur şimdi, sahildeki kentler.
Gece de yanmıştır, körfezdeki insanlar. Balkonlara atmışlardır kendilerini. Sivrisinekler de ziyaret etmiştir tatilcileri.
Hoştur Yenice’nin geceleri.
Ben, Yenice?de ağustos ayında bile yorgan ile dostluğumu bozmam. Geceleri, yorgansız yatılmaz Yenice?de.
Bulutlu Yenice.
Bir haziran sabahında, bir kış gününde sanki Yenice.
Mutlaka, bir nine/dede soba yakmıştır. Sazak Köyü’nde ya da Sarıçayır’da.Ya da başka bir köyde.
İyi ki sırtıma bir mont almışım.
Çarşıya doğru yol alıyorum. Bir elin parmakları kadar insan var sokaklarda. Camlı Kahve’nin önünde dört yaşlı, ayrı ayrı masalara oturmuşlar. Birbirlerinden haberleri yok. Hala uyuyorlar sanki. Yol kenarında bir satıcı, aracının çadırını söküyor.
Bir ıhlamur kokusu yayıldı, hafif bir rüzğarın esmesiyle.
Başımı kaldırıp baktım ıhlamur ağaçlarına.
Öyle ya, haziranın ortalarında açar ıhlamurlar.
Sanki yeni fark ettim ıhlamur ağaçlarını. Çarşının iki yakasında, her işyerinin önünde bir ıhlamur ağacı. Ne kadar güzel duruyorlar, evlerin/işyerlerinin önlerinde.
Ihlamur kokuyor Yenice.
Dağlar dumanlı. Loş bir aydınlık. Güneş kayıp.
Benim başımdaki dumanlar çoktan dağıldı, ıhlamur kokusuyla.
Gidiyorum Marmara Parkı?na doğru.
Akşamdan sırtına yükünü almış, yorgun bir çöp varili. Firar etmiş, içi çöp dolu bir poşet. Yolun ortasında, patlamış başka poşetler? Köpekler mesai yapmışlar demek ki.
Şehirli kargalarda var, akıllıca poşetleri açıp didikleyen.
İnşaat demirleri, yolun orta kenarında. Dikkatsiz sürücüleri dürtmek için hazır bekliyor. İnşaatların önünde, “güvenlik tedbiri” alınmamış.
Galeri önünde, yeni sahibini bekleyen modeli düşük otomobiller.
Emekli öğretmen Kani Bey?in evinin önünde, üst üste yığılmış eski televizyonlar. Siyah beyaz ve de renkli. Zamanında kaç takside ve ne zorluklar çekilerek alınmıştır bu kutular.
Marmara Parkı.
Akşamdan toplanmış masalar… Güller… Kuşlar…
70 yılların gül kokulu parkı, “Marmara Denizi” şekli verilmiş havuzu beliriveriyor gözümün önünde.
Her şey yalan olmuş.
Eskilerden kalakalmış, dört meşe ağacı. Birisi daha intihar etmiş, kurumuş. Kalmış üç meşe. Artık gölgesi serin meşeler, olmayacak Marmara Parkı?nda. Bez gölgeliklerin altında oturacaklar Yeniceliler?
Kesilen kesilmiş. Kuruyan kurumuş.
Marmara Parkı, akşam yorgunluğunda uyuyakalmış.
Benim anılarım, hala yüreğimin derinliklerinde saklı.
Gidiyorum Panayır yerine doğru.
Hayret! Kaldırım boş. Kokoreç satıcısı firar etmiş. Kaldırım bana kalmış.
Bir sincap ağzındaki kahvaltısı ile karşı yola geçiyor. Mezarlığın içindeki çekelezler (sincaplar) oyun oynamakta.
Etrafıma bakıyorum. Park binasının arka kısmında, neredeyse on kadar çekelez bir arada koşuşuyorlar. Sabah sabah antrenman yapıyorlar. Futbol takımı kurmuşlar, futbol oynuyorlar. Kokoreççinin olduğu kaldırımdan ilk defa yürüyorum. Yola inmeden.
Yol kenarındaki boş arsada, modeli ve modası geçmiş bir kamyon bir hurdacının yolunu gözlemekte. Lastikleri yaban otları içinde kaybolmuş. Yılların ve yolların yorgunu.
Bir döner fıskiye, sanki sabaha kadar çalışmışta yorgunluktan dönemez hale gelmiş.
Yol kenarında, Rahmetli Mehmet Kıymaz tarafından yaptırılan çeşme, büyük bir coşkuyla akıyor. Etrafına atılan çöplere sinirlenip sesler çıkarıyor. Homurdanıyor çöp atanlara.
Hala Taşlıburun ve Kireçtepe yönünde, Kazdağlarının dorukları duman içinde.
“Yenice’nin Pazarı” bugün.
Günlerden Perşembe.
Saat sekize yaklaştı.
Çan yönünden gelen sebze satıcıları, geçmeye başladılar yoldan. Yolda yeni yeni hareket başladı. Tarlasına giden Yenicelilerde çıktılar meydana, düştüler yollara.
Yüzümü döndüm fabrikaya.
Armutlu Koru?nun, “Gıda Sanayisi”
Boş biber kasaları? Profil demir yığınları… Yarı açık kapılar. Yorgunluk?
İn yok, cin yok.
Susmuş her yer. Küsmüş makineler. İnsanların emekleri paslanmış.
Bir fırın kazanı çürümekte, bahçenin ortasında. Günlerdir yerinden oynatılmamış araçlar. Yaban otları?
Nükleer bir patlamadan çıkmış gibi, “Gıda Sanayi”
Babamın öküzleri, mundar edilmiş.
Kuşlarda terk etmişler sanki fabrikayı.
Panayır yerindeyim. Yeni kavşakta.
Çocukluğum geliyor aklıma.
Sağ elimdeki işaret parmağımı, sol elimin içine alıyorum. Kesilmiş gibi sıkıyorum. Yaşım on. Babama bir çakı aldırmıştım bir panayır günü. Zincirli. Pantolon kemerine bağlamıştım çakıyı, düşmesin diye. Babam salatalık (hıyar) almıştı bana. Babamın soymasını kabul etmemiştim. İlla ki ?ben soyacağım? demiştim. Salatalığın çoğu kabuk diye çöpe gitse de, ben soymuştum. Parmağımı da iki yerinden kesmiştim. Parmağım, yanlarında solungaçları olan balık kafası gibi olmuştu.
Olsun. Ben kendi işimi kendim yapmıştım.
Parmağıma bakıyorum.
Hala kesik izleri duruyor.
Gönlümde de hatırası hala çok canlı.
Beni tanıyan bir satıcı geçiyor. Korna sesiyle uyanıyorum.
“Yorsan” tarafına bakmak bile istemiyorum. Babamın danaları aklıma geliyor.
Develeri görünce, suyu zehirlenmiş vahalar aklıma geliyor.
İpek Yolu’nun develeri…
Babamın danaları?
Geçiyorum kavşaktan. Çevirmecilerin olduğu çamlıktayım. Çöplerden başka kimseler kalmamış. Yüz metre ötede bir köpek hırlıyor.
Çam ağacına monte edilmiş bir lavabo. Birde, lavabonun üstüne çakılı kirli bir ayna. Çevirme yiyenlerin ellerini yıkasın diye bir tahta üstüne koyulmuş, krem bulaşık deterjanı. Adamlar, sıvı sabun almayı akıl edememişler. Kirli aynayı nasıl akıl etmişler? Hayret!
En kötüsü, çöpler çöpler? Pis su ile dolu bir kuyu. İçine bir canlı düşse çıkamaz.
Kemik kokuları?
Ihlamur kokuları?
Yeni kaldırım yapılınca, yol kenarına dolgu yapılmış. Elli yıllık çeşmede yok olup gitmiş.
Birisi iki çamın arasına bir reklam asmış. Çam ağaçlarına çivilemiş panoyu. Her ağaçta altı çivi.
Sahi bu çamlar canlı değil mi?
Bu çiviler çamlara zarar vermez mi?
Bu reklamı çakan adama da, çakacaksın on iki çivi. Anlayacak çivini acısını. Ben kimseye çivi mivi çakmam da… Kızıyorum yahu. Boş boş söyleniyorum işte.
Yanımdan bir mobiletli geçiyor. Elinde bir balta. Mobiletin arkasında, iki tekerlekli uyduruk bir şey (araba).
Bir haziran günü.
Saat dokuzu çoktan geçmiş.
Ortalık aydınlık, Güneşin kendisi yok.
Dağlar dumanlı. Gökyüzü bulutlu.
Tam hastanenin karşısında duruyorum.
Hiç kıpırtı yok.
Yüksek okulun karşısına kadar gidiyorum.
Kaldırım bitti.
Orada da bir hareket yok.
Geri dönüyorum.
Hastaneden bir kadın ile erkek çıkıyorlar. Belli ki gece nöbeti tutmuşlar.
Yol iyice hareketlendi.
Her çeşit satıcı, Yenice’nin içine dalıyor.
Bir, Güneş gelmedi Yenice?ye. Duman hala çekilmedi dağlardan.
Geri dönüyorum. Dönüş yolunda daha hızlı yürüyorum.
Bir solukta, Camlı Kahve’de buluyorum kendimi.
Üst üste beş çay içmişim. Çay taşıyan kişi, benim şekersiz çay içtiğimi bilmediğinden getirdiği şekerleri cebime koydum. İçtiğin çayın sayısını oradan biliyorum.
Hafif bir rüzgâr var çarşı içinde. Ihlamur kokuyor her yer.
Terlemişim. İçeri giriyorum.
Camlı Kahve Müdürü Osman teşrif ettiler masama. Gündoğdulu Ulaştırma Bakanı?da geldi. Tamam olduk. Bir çay söyledi bakan kendine. Osman Bey, müdür olduğu için çay içmedi.
Osman Bey;
–Kış geldi Yenice’ye. Diye homurdandı.
Gündoğdulu, “Palto var bende” diye söylendi.
Köylerden gelenler doluşmaya başladı,kahvenin içine.
Sarıçayırlı, Soğucaklı, Çallı ve Sofularlı yaşlılarla oturdum. Fotoğraflarını çektim.
Saat 11.00 oldu.
Güneş, bulutların arasından göz kırptı.
Nazlanarak, kendini göstermeye başladı.
Şair H.Hüseyin Korkmazgil; “Haziranda ölmek zor” demişti.
Bende kendi kendime, “Haziranda üşümek zor” deyiverdim.
Şimdi sahiller yanıyordur. Yanan insanlar, deniz kıyılarını doldurmuştur.
Kemiklerimizi ısıtmak için, Edremit Çukuru?na mı gitsek acaba?
Giden gitsin.
Ben karışmam arkadaş.
Ben minareyi kaybetmem.
Arayan beni bulur.
Nerede mi?
Camlı Kahve’nin önünde. Asmanın altında.
“Sizde gelin haydi.”
Yalnız, “Paralı gelin.”
Kahveciler bana çay vermeyebilir.
“Çaylar benden” demiştim ya.
Borç çok kabarık.
Önceki borçları ödeyemedim de.
Şuayip Odabaşı Son Yazıları...
- 08/01/2014 Bir Ankara / İki Gün / İki Lira
- 18/08/2013 Şakir Askan / Seni Sevmeyen Ölsün
- 18/07/2013 Birliği Bozan Birlik Kavgaları
- 05/07/2013 Zülfü Livaneli / Kepez Kayısı Şenliği
- 01/07/2013 Ucuz Hayatlar
- 24/06/2013 Ölüler Kenti Ozanı’na Mektuplar*
- 11/06/2013 Yenice’de Her Gün Doğa Yürüyüşü
- 27/05/2013 Kepez Güreşlerinin Sonrası
- 15/05/2013 Haydi Kepez’e Güreşlere Gelin
- 30/04/2013 Tostçular Çarşısı
Yorumlar...
Henüz yorum yok...