ÇOMÜ’de 2014 – 2015 Akademik Yılı Açılış Töreni Gerçekleşti
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) 2014-2015 akademik yılı açılış töreni Troia Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Törene, ÇOMÜ Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner, Çanakkale Vali Vekili Saim Eskioğlu, Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, Cumhuriyet Başsavcısı Hikmet Turan, Baro Başkan Vekili Şerefnur Çakır Demirtaş, İnternet Haber Yayın Grubu Başkanı Gazeteci-Yazar Hadi Özışık üniversite yöneticileri, akademik ve idari personel ile öğrenciler ve Çanakkale protokolü katıldı.
ÇOMÜ’de akademik yükselişleri gerçekleşen öğretim üyelerine akademik giysi ve belgelerinin takdim edildiği ve Gazeteci-Yazar Taha Akyol’a Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi ile Tarih Eğitimi alanlarında fahri doktora unvanlarının verildiği 2014-2015 akademik yılı açılış töreni saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı.
Öğr. Gör. Mete Gökçe yönetimindeki ÇOMÜ Korosu’nun sahne almasının ardından akademik yıl açılış konuşmalarına geçildi.
ÇOMÜ Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner konuşmasında şunları söyledi:
“Çok değerli konuklarımız Çanakkale’nin ilinin değerli protokolü bugün fahri doktora vereceğimiz Sayın Taha Akyol ve eşi, Türkiye medyasının önemli isimlerinden Sayın Hadi Özışık, çok kıymetli meslektaşlarım, sevgili ÇOMÜ ailem, değerli basın mensupları, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Bugün benim dördüncü akademik yıl açılış konuşmam. Bu vesileyle hem üniversite ile ilgili hem de üniversite eğitimi hakkında birkaç hususa değinmek istiyorum. İlk olarak şunu belirtmek isterim, biz bir devlet üniversitesiyiz. Malumunuz Amerika ve Rusya gibi ülkelerde de devlet üniversitesi ünvanı bazı üniversitelerde vardır. Bunlar, devlet tarafından kurulmuş, desteklenmiş üniversitelerdir. Ama işin özü, üniversite devletin olmaz, devletin üniversitesi olmaz. Bizim anladığımız manada üniversiteler devlet kurumları değillerdir. Onların mensupları da devletin memurları değillerdir. Bizim üniversite serüvenimizde atladığımız, yakalayamadığımız en büyük hastalık belki de budur.
Üniversite kelimesinin etimolojik köklerine inilirse, şu görülecektir, kendi kararlarını kendisi alan ve bunu da kendi koyduğu kurallarla alan akademik mülahazalarla her işini yapan, kimsenin karış(a)madığı bir evrene, bir dünyaya işaret eder ‘üniversite’ kelimesi. Yani üniversite devlete, şirkete, belediyeye veya herhangi bir yere bağlı olmayan kendi kurumlarıyla çalışan, dediğim gibi kararlarını akademik mülahazalarla, kendi iç kurallarıyla alan bir yerdir. Bu açıdan Türkiye’nin Osmanlı ve Selçuklu’dan bu yana bazı talihsizliklerle karşılaştığını görürüz. İşin aslı, devlet adamlarının üniversiteye ve eğitime önem vermemesi değildir. Tam tersine, Fatih Sultan Mehmet’in, Yavuz Sultan Selim’in, Kanuni’nin, Selçuklu’nun büyük hükümdarlarının hepsi eğitime çok büyük önem vermişlerdir. İçlerinde hükümdarlığın dışında fikir adamı olan, bilim insanı, sanatkâr olacak kadar ileri gidenler de vardır. Eğitim açısından talihsizliğimiz ise devletin merkezi olması, çok kuvvetli merkezi devletler olması ve üniversiteler üzerinde elini çok kuvvetli bir şekilde tutmasıdır. Güçlü merkezi devlet farklı fikirlerin, görüşlerin gelişmesinde önemli bir set teşkil etmiştir. Mesela Osmanlı Devletinde Fatih Sultan Mehmet vardır, ikinci bir şahıs daha yoktur. Bu da o dönem için pek çok avantaj getirmiştir, siyasi anlamda kaosu, istikrarsızlığı önlemiştir. Ancak güçlü merkezi idare, devletin kabul ettiği fikirler dışında fikirlerin hayat bulmasına da engel olmuştur.
Avrupa’nın o dönem için eğitim açısından avantajı ise şudur, dönemin Batı Avrupası’nda siyasi istikrarsızlık ve çeşitlilik vardır. Pek çok iktidar kaynağının bulunması üniversitelerin de farklılaşmasına yardımcı olmuştur. Merkezi idare tüm fikir kurumlarını denetim altında tutacak kadar kuvvetli değildir. İngiltere’nin bir kasabasında bir fikir savunulurken bir başka kasabasında başka bir fikir savunulabilmiştir. Almanya’da bir prensten kaçan, başka bir prensin korumasına girebilmiştir. İlk başta kaos gibi görünse de siyasetteki çeşitlilik zaman içerisinde fikri alanda çoğulculuğun gelmesine katkı sağlamıştır. Böylece üniversitelerde farklı fikirlerin yaşayabilmesi yolu açılmıştır.Yükseköğrenimle, gelişmişlik arasında ilişki vardır
Yükseköğrenimle, gelişmişlik arasında, özellikle iktisadi ve teknolojik gelişmişlik arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu ilişki sosyal bilimlerde neredeyse bilimsel bir kanun haline gelmiştir. Üniversiteleri kötü olup da kendisi zengin ve demokrat olan herhangi bir ülke yoktur. En son ölçümlere baktığımızda da üniversite düzeyinde yüzde birlik artış ekonomide bunun birkaç misli çarpan etkisi yapmaktadır. Bu nedenle büyümek isteyen, dünyaya ekonomik anlamda veya siyasi alanda yön vermek isteyen her ülke eğitim alanına yüklenmektedir. Mesela bizimle hikâyesi az çok benzeyen Güney Kore’ye baktığımızda 2000 yılında üniversite mezunu oranı sadece yüzde 20 iken, 10 yılın sonunda üniversite mezunlarının toplam nüfusa oranı yüzde 40’ın üzerine çıkmıştır. Bugün hepimizin elindeki Güney Kore malı cep telefonunun, kullandığınız Güney Kore yapımı arabanın, evlerimize giren Güney Kore markalarının vs. sırrı budur. Bu örnekte Türkiye için pek çok ibretlik ders mevcuttur.
Tabi ki mesele sadece sayılar değildir. Mesele daha çok kalite meselesidir. Bizde üniversite mezunu oranı ise tüm çaba, heves ve gayretlerimize rağmen halen yüzde on 12-13 düzeyindedir. Bunun içerisinde açık öğretim mezunlarımız, iki yıllık okul mezunlarımız, okula gitmeden mezun olanlarımız, gelip de az buçuk bir şey öğrenen-öğrenemeyenlerimiz, yani aklınıza gelebilecek tüm yükseköğretim mezunları dâhildir. Kalite kısmına hiç girmesek dahi üniversite mezunlarımızın sayısı açısından bakıldığında dahi Türkiye’nin ne kadar yetersiz bir eğitim seviyesinde olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.Eğitim, siyaset üstü bir konudur
Günümüzde artık eğitimin düzeyi, geçmişten farklı olarak okur-yazarlık oranıyla ölçülmemektedir. O yüzden yüzde 95’lik okur-yazarlık oranıyla kimsenin övünmemesi gerekir. Bu aslında utanılacak bir durumdur. Çünkü buna göre Türkiye’de yüzde beş okuma yazma bilmemektedir. Nüfusumuzun yarıdan fazlası ortaokula dahi gitmiş değildir. İlkokul mezunu olmayanların oranı ciddi bir seviyededir. Tüm bu rakamlar gidilmesi gereken mesafenin ne kadar uzun ve zorlu olduğunu göstermektedir.
Artık devletler eğitim düzeylerini okur-yazar sayısı ile değil, lise ve üniversite mezunları oranlarıyla ölçmektedirler. Böyle baktığımızda ise örneğin Kanada’da üniversite mezunu oranı yüzde 50’nin üzerindedir. ABD, Japonya gibi ülkelerde oran yüzde 40’ın üzerindedir. Yani Kanada’da sokakta karşılaştığınız iki kişiden biri en az üniversite mezunudur. Bizim ülkemizde ise bu oran 10 kişiden birine tekabül etmektedir.
Yakın bir gelecekte yüksek lisans ve doktora bitirmişlerin oranı ile ölçümlere geçilir ise şaşırmamak gerekir.
Eğer eğitimde gelişmiş dünya ile aramızdaki fark bu kadar büyükse bunun hayatın her yönüne etkisi vardır. Bu, siyaset üstü hatta her şeyin üzerinde bir konudur.
Osmanlı İmparatorluğu’nda yükseköğrenim açısından belli bir dezavantajın olduğundan bahsetmiştim. Hükümdarların iyi olmasına rağmen, bunun eğitim kurumlarına olumsuz etkilerinden bahsetmiştik. Güçlü merkezi idareler ve siyaseten tek renklilik yükseköğrenim kurumlarında ve fikri hayatımızda da tek sesliliğe ve sonucunda ciddi anlamda özgün eser üretim eksikliğine neden olmuştur. 19. yüzyıla geldiğimizde telif eser sayısı açısından Batı ile Osmanlı’yı karşılaştırdığımızda Türkiye hiç de kendisine yakışmayan, kıyaslama dahi kabul etmeyecek kadar az sayıda eseriyle karşımıza çıkmaktadır.
Osmanlı’nın ilk modern anlamda üniversite kurma tecrübeleri bu hususta ne derece geri kalındığının açık göstergesidir. Tıppın belli bir mesafe katettiği modern dünyada yeni kurulan Osmanlı üniversitelerinde Tıp Fakültesinde derslerden bir tanesi mikroskobu kutusundan çıkarıp tekrar içine koymaktır. Bu dönemde ülkemizde eğitimin düzeyi yükseköğrenim ile bağdaşmayacak kadar geridir. Mülkiyeye ilk öğrenciler alınmaya başlandığında onların üniversite seviyesinde olmadığı anlaşılmış ve ortaokul, lise hızlandırılmış eğitimi verildikten sonra üniversite eğitimine geçilebilmiştir. Bu da bize gösteriyor ki Osmanlı’da yükseköğrenim eski eğitim kurumlarının ıslahından ziyade sıfırdan başlanarak kurulabilmiştir.
Fikir ve eğitim kurumları bu derece geri kalmış bir devletin yıkılmasına şaşırmamak gerekir. Söz konusu gerilik iktisadi gerilikle ve siyasi-askeri sorunlarla birleşince hepsi birbirini beslemiş ve İmparatorluk yıkılmış, nihayet Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna gelinmiştir.
Cumhuriyet kurulduğu zaman ise Cumhuriyetin derdi bir ideolojik fikri yaklaşımı yerleştirmektir. Cumhuriyet’in farklı kaygıları vardır. Üniversitenin duyduğu kaygılara Cumhuriyet henüz sahip değildir. Hızla terakki göstermemiz gerekir, hızla gerilikten kurtulmamız gerekir, Cumhuriyet’in ilk dönem kadroları ihtiyaç duyulan değişmez reçeteyi kendilerince bulmuşlardır. Bu durumda aranacak, bulunacak bir şey yoktur, Üniversiteler, basın ve diğer kurum ve kişiler akıl karıştırmamalıdır. Rejim kendisinin sorgulanmasına, doğrularının objektif kriterlerle eğitimin konusu olmasına izin vermemiştir.
Kemalist Cumhuriyet’e göre en iyisi bellidir o da ilimdir irfandır. İlim kelimesi bolca kullanılmasına rağmen tabulaştırılan ilimin esas gerekleri yerine getirilememiştir. Nasıl ki 2. Meşrutiyette özgürlük özgürlük diyerek özgürlükleri boğacak pek çok sonucun peşinden gidildiyse, Cumhuriyet kurulduğunda da bazı ciddi hatalar yapılmış ve ilim-irfan-fen denilerek bilimin ilkelerine taban tabana zıt anlayışlar benimsenmiştir.
O dönem için bunlar belki hoş görülebilirdi, her devrim belli radikallikleri kendi bünyesinde taşır, ama sonrası için aynı şeyleri söyleyebilmek mümkün değildir. Türkiye’de ideolojiler savaşı üniversitenin de içine girmiştir. Üniversite, hiçbir zaman, tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi, cumhuriyet döneminde de özerk bir yapı haline dönüşememiştir. Akademi mensupları devletin emir ve tahakkümü altında gelişmeye çalışmış, bırakınız akademik özgürlüğü temel ifade hak ve özgürlükleri dahi yeterince kullanılamamıştır. İdareler Üniversitelerden kendileri ile çelişecek fikirler istememiş, ülkenin en karmaşık sorunları olan terör, etnik meseleler vs türünden sorunları akademide çalışmak lüzumsuz, hatta çoğuz zaman tehlikeli hale gelmiştir.
Daha önce belirttiğimiz üzere, Üniversite kendi ilkeleri olan ve kendi kararlarını alıp-uygulayan yerlerdir. Ülkemizde ise bu kurumlar çoğu kez kendi akademik kurullarıyla kendi kararlarını alan yerler olamamışlardır. Ayrıca Türk toplumunun siyaseti her yere bulaştırma ve her konuyu kişiselleştirme hastalığı üniversitelerin içerisine de girmiştir. Üniversite, ülkeye yön göstereceğine maalesef ki kendisine gösterilen yollarda yolunu kaybetmiştir.
Bugün de Türkiye hala bu hastalıklardan çıkabilmiş değildir. Türkiye’de işinizi yaptırabilmek için bir tanıdık bulma veya siyasi bir görüşe yakın olma, bir ideolojiye yakın olma, hemşericilik, nepotizm gibi hastalıklar hala Türkiye’nin damarlarında dolaşmaktadır. Bu hastalıklar üniversiteyi de ziyadesiyle olumsuz yönde etkilemektedir. Akademik unvanların alınmasından görevlerin tahsisine, üniversitelere kadro tahsisinden diğer tüm konulara kadar bu sıkıntılar her yerde karşımıza çıkmıştır. Türkiye’de üniversitelerin olgunlaşamamasının en önemli nedeni de bu tür toplumsal rahatsızlıklar olmuştur. Bu durumun bugün de ideal bir düzeye ulaştığını söyleyebilmek imkânsızdır.
Bahsettiğimiz sorunların siyasetle tek başına ilişkisi yoktur. Bu bir Osmanlı hastalığıydı, bu bir Cumhuriyet hastalığı olarak devam etmiştir. Fakat bu bir intihardır, toplumsal intihardır, israftır, insan kaynaklarını israf etmektir, insanlığı, kendimizi israf etmektir, buna dur denilmesi gerekir.Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi bir bilim kenti görünümünde
Üniversitemize dönecek olur isek, göreve başlayalı 3,5 yıl oldu ve bu benim 4. akademik yıl açılış törenim… Bu anlamda birkaç cümle hesap verme, yapılanların muhasebesini yapma faslını da bu vesileyle açmam gerekir.
Biraz önce çizdiğim çerçeve içerisinde ne kadar yol alınabilir ise o kadar yol aldık. Yani Türkiye gerçekleri bizim de zaman zaman elimizi kolumuzu bağladı, yılların ihmali ve yılların tortusu bizleri ciddi anlamda yordu. Bazı konularda bizim de belki bu hastalıklara düşme hatamız oldu, o anlamda varsa hatamız ki vardır, af ola. Onun dışında üniversitemiz ile ilgili olarak, göreve gelir gelmez belirli tespitleri yapmıştık. Neredeyiz, nereye ulaşmamız gerekir türünden tespit ve hedeflerimiz vardı. Rakamsal olarak da bunlardan birkaç cümle bahsetmek isterim.
Günümüzde üniversitelerin ne oranda çalıştığı, ne oranda çalışmadığını gösteren bazı veriler vardır, bunlardan bir tanesi de internet kullanım oranıdır. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde göreve geldiğimde 27.000 öğrencisi olan, yaklaşık 1.000 akademisyenin çalıştığı bir üniversiteydi. İnternet kullanım oranı ise toplamda 45 terabayttı. 45 terabayt, bir yıl içerisinde tüm üniversitemizin kullandığı internetin miktarıydı. Bu rakam -ki Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ndeki öğrenci sayısı daha azdır, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde 900 terabayt kadardı. Yani bir üniversitede 45 terabaytlık bir tüketim var, bir yerde 900 terabaytlık bir kullanım var. Dolayısıyla ilk hedefimiz birinci ligdeki üniversiteleri yakalamak, mümkünse onları her alanda geçmekti. İnternet günümüzde geçmişin kitabı, makalesi gibi, bir çiftçinin traktörü gibi, bir akademisyenin en temel araçlarındandır. Bugün geldiğimiz noktada şunu rahatlıkla söyleyebilirim, en azından nicel anlamda Türkiye’nin en büyük üniversitelerini Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi pek çok anlamda yakalamıştır. Bu alanlardan biri de internet kullanım miktarı ve niteliğidir. İnternet kullanımı 3,5 yılda 10 mislinden fazla artmıştır. 500 terabaytın üzerinde bu gün internet kullanımımız vardır.
Ayrıca, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi kampüsleri, tuvaletinden kütüphanesine, otobüs durağından yemekhanesine, parkından bahçesine her köşesinde internetin çok hızlı bir şekilde çektiği ve 24 saat çalışan bir yer haline geldi. Çünkü 2011 yılında şunu gördük ki üniversite akşam dört, dört buçuğa kadar çalışıyor, dört buçuktan sonra sabah yediye sekize, hatta dokuza kadar ise pek çok birim yavaşlıyor, duruyor. Günün büyük bir kısmında internet kullanımının sıfıra yakın düzeyde kalması bizlere o dönemde birimlerimizin çalışması hakkında önemli ipuçları veriyordu. 2014 yılı itibariyle gece kullanılan internet miktarı 2011 yılının gündüz kullanımına yaklaşıyor. Demek ki ÇOMÜ gece de uyumuyor, çalışmalarını tüm güne yayıyor.
Bugün yedi gün 24 dört saat, Kurban Bayramında, Ramazan Bayramında, Yılbaşında ve daha nice resmi tatilde dahi her daim açık olan pek çok birimimiz var. Mesela bunlardan bir tanesi Radyosu, ÇOMÜ Kampüs FM 24 saat çalışıyor. Mesela laboratuvarlarımız, laboratuvarlarda sabahlayan hocalarımızın sayısında ciddi artışlar var, çünkü pek çoğunun büyük projeleri var, onları yetiştirmeye çalışıyorlar. Mesela bu üniversitenin kütüphanesi yedi gün 24 dört saat açık. Kütüphanemizde gece dahi yüzlerce öğrenciyi görebiliyorsunuz. Günün herhangi bir saatinde Kütüphaneye gittiğinizde harıl harıl çalışan personelimiz ve öğrencilerimiz ile karşılaşıyorsunuz. Basılı eser sayımız 620 bini aştı. Sistem üzerinden ulaşılabilen dijital kaynak sayısı 5,5 milyonun üzerinde. Bu alanda Türkiye’nin en iyilerinden biriyiz, belki de en iyisiyiz. Bu da bizi gururlandırıyor.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Çanakkale içerisinde ayrı bir kent görünümüne, bir bilim kenti, bilgi kenti görünümüne kavuşmuş durumdadır. Üniversitemizin bütçesi 3 yıl gibi kısa bir sürede % 100’ün üzerinde artmıştır. Bağışları da eklediğinizde kaynaklarımızdaki artış muazzamdır. Üniversitenin kente doğrudan katkısı öğrencileriyle birlikte 1 milyar liraya yaklaşmıştır. Üniversitenin sosyal, kültürel, sportif ve sanatsal katkısı ise paha biçilmez düzeydedir.
Üniversitemizin bilimsel gelişmesini gösteren bir diğer veri SCI’lı dergilerde yayınlanan makale sayısıdır, bu da bizim için çok önemli bir göstergedir. Üç yıl önce SCI’lı dergilerde yayın sayımız 299’du. Bugün ise yayın sayısı 450’ye yaklaşmış durumdadır. Uluslararası diğer dergilerde ve ulusal dergilerdeki makale sayısını buna katmıyoruz dahi. Makale sayımızdaki artıoş muazzamdır, istisnai bir başarıdır.
Sadece SCI’lı dergilerde, YÖK’ün TÜBİTAK’ın tanıdığı dünyanın en saygın dergilerindeki yayın sayısı sadece 4 yılda % 50 nispetinde artmıştır… Akademik yayıncılıkta % 50’lik bir artış 10 yılda, 20 yılda, hatta bazen 40 yılda gerçekleşebilir… Bu tür bilimsel iyileşmeler geceden sabaha, 3-4 yılda değişebilir bir durum değildir. Bu da şunu gösteriyor ki öğretim üyelerimiz, akademisyenlerimiz tüm eksiklerimize rağmen potansiyellerini ortaya çıkarmışlardır.
Ben şuna inanıyorum, Türkiye’nin yayın sayısı da, akademik kalitesi de bu günkü seviyesinin çok çok üzerindedir. Türkiye’nin akademik gücünün pek çok ülkenin çok üzerinde olduğunu, ama bunu tam olarak ortaya koyamadığını düşünüyorum. Bu bağlamda öğretim üyelerimize, diğer akademisyenlerimize engel olmayarak en büyük katkıyı sağladık. Onları teşvik ederek, cesaretlendirerek, altyapımızı güçlendirerek aslında ÇOMÜ’de her zaman var olan potansiyeli ortaya çıkardık. 4 yıl gibi kısa bir sürede SCI’lı yayınlarda gerçekleşen % 50’lik artış bunun kanıtıdır. Tahminimiz 2015’de bu rakam 500’ü bulacaktır. 5 yıl içerisinde ise 1.000 yayın hedefini aşmak mümkündür.
Elbette potansiyelimizi ortaya çıkarmak önemliydi. Buna ek olarak iyi bir planlama da başarıyı getirdi. Tıp Fakültesi ve Mühendislik Fakülteleri’nin, Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi’nin gösterdiği performans artışı göz kamaştırıcıdır. Tıp Fakültesi SCI’li yayınlarda % 16 civarında olan oranını % 40’ın üzerine taşımıştır ki bu da bilinçli tercihlerin ürünüdür.
Yapmış olduğumuz yayınlara uluslararası alanda gelen atıflarda da çok büyük patlamalar yaşanıyor. Bu da bizim için sevindiricidir, çünkü bu sayede ÇOMÜ’den çıkan yayınların diğer bilim insanlarındaki karşılığını görmüş oluyoruz…
Bir diğer gösterge ise bilimsel projelerdir. Özellikle TÜBİTAK projeleri hem çalışmalarımıza büyük katkı sağlıyor, hem de bilimsel düzeyimizi ortaya koyuyor…
Daha önce bir çevre üniversitesi, bir taşra üniversitesi olarak görülen bir üniversiteydi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, fakat sizler sayesinde, sizlerin gayretleri sayesinde TÜBİTAK’tan en çok proje alabilen üniversiteler sıralamasında yedinci sıraya kadar yükselebildik. Oysa hedefimiz ilk 20’ye girebilmekti. Bu da bizim için çok büyük bir gurur kaynağı. Sizler yazıyorsunuz, ben de TÜBİTAK’ta, YÖK’te ve tüm bilimsel platformlarda bununla gurur duyuyorum.
TÜBİTAK yetkilileri Çanakkale’nin özel bir örnek olduğunu ve her yerde ÇOMÜ’yü örnek gösterdiklerini ifade ediyorlar. TÜBİTAK Başkanı bir seferinde bana şunu söylemişti; ‘Çanakkale bizim için inanılmaz bir örnek. Proje sayısında patlama var, çok iyi seviyelere geldi. Biz herkese Çanakkale örneğini gösteriyoruz. Bunun sırrı nedir?’
Engel olmazsanız Türkiye’de akademi çok büyük başarılara imza atar. Set çekmezseniz, yollar açarsanız, teşvik eder, cesaretlendirirseniz insanımız potansiyelini ortaya çıkarır. Türkiye’nin sorunu büyük oranda yolların açılması, kanalların tıkanmaması meselesidir, engel olmamak meselesidir. Bu da bizim başarımız olarak kayda girmiştir. O anlamda sizlere gerçekten minnettarım. Rektör olduğum için en çok gurur duyduğum anlar bu tür övgüleri aldığımız anlardır. Yayın sayısı, proje sayısı veya bir öğrencimizin geçen yıl olduğu gibi KPSS de 7. olması gibi başarılar gurur vericidir. Başımız daha fazla dik dolaşabiliyoruz ve üniversite olmanın ne demek olduğunu o zaman daha çok hissediyoruz. Çünkü dediğim gibi 43 bin üniversite öğrencimiz var bugün. İçlerinden bir kişiyi arıyoruz, o kişiyi bulduğumuz zaman da şu salondakiler ve dışındaki binlerce personele harcanan yüz milyonlarca liranın bir anlamı karşımıza çıkıyor.
TÜBİTAK projelerine ek olarak Üniversitemizin BAP yoluyla desteklediği proje sayılarında da muazzam bir artış yaşanıyor. Birkaç yüzbin liralık bütçe olanaklarından bugün milyonlarca lira ile ölçtüğümüz kaynaklara geldik. Bu ilerleme önümüzdeki 5 yıl içinde on milyonlarca liralık BAP bütçesine ulaşacaktır. Bu sayede ÇOMÜ’de gerçekleşen bilimsel yayın sayısı ve deneyler büyük bir sıçrama gösterecektir.
Hangi alanda denirse densin üniversitemiz son 3 yıl içerisinde % 40’lık, %50’lik, bazı alanlarda %100’lük, hatta bazı alanlarda mesela internet kullanımı, kitap sayımız, alt yapı genişlemesi gibi alanlarda geometrik, % 4000, % 5000 gibi artışlar sergilenmiştir. Örneğin kullanabildiğimiz kapalı alan miktarı 19 yılda gerçekleştirilen yatırımın 1,5 katına çıkmıştır.
Akademik başarıları da, idari başarıları da personelimizin emeğine, fedakârlığına ve uyumlu çalışmasına borçluyuz. Hepinize minnettarım. Dediğim gibi, ben burada engel olmama, yolunuza set çekmeme, cesaretlendirme, potansiyeli ortaya çıkarma gibi bir rol oynayabildiysem onu oynadım, o da sizlerin başarısını, Üniversitemizin başarısını getirdi. O anlamda hepinize minnettarım, teşekkür ediyorum.Diploma Açığının Kapatılması Lazım
Konuşmanın başında Türkiye milli eğitiminin genel sorunlarından bahsetmiştim. Bahsetmeyi istediğim bir husus daha var: Biz geçen yıl 8 bin civarında mezun verdik. Bu rakam belki de 1930’ların Türkiye’sinde tüm Türkiye’nin verdiği mezun sayısından bile fazladır. Türkiye genelinde ise 600 bin mezun veriyor üniversitelerimiz. 5 milyondan fazla üniversite öğrencisi görünüyor sistemde. Ama bu öğrencilerin bir milyondan fazlası okula bile uğramıyor, açık öğretimde derse girmeyenlerin oranı bir hayli yüksek. 5 milyonun yarısı zaten açık öğretimde. Bu rakamlara baktığınızda Almanya’nın verdiği mezun sayısına yakın rakamlarda mezun verdiğimizi görerek sevinebilirsiniz. O zaman insan şunu düşünüyor, Almanya kadar mezun veriyorsak neden Almanya kadar hızlı bir gelişme kaydedemiyoruz? O vakit şu gerçek ortaya çıkıyor: Türkiye üniversiteleri olarak verdiğimiz diplomalar orada yazılanın tam karşılığı değil. Bunu Türkiye geneli için söylüyorum.
Türkiye’de ‘karşılıksız para basma’ diye bir kavram vardır. ‘Karşılıksız diploma’ diye bir kavramı da eğitime biz kazandırmış olalım. İlkokulda, ortaokulda, lisede bu sorun bir hayli fazla. Diplomaların temsil ettiği becerileri ve bilgiyi yansıtmıyor… Biz bunu buraya gelen öğrencilerden biliyoruz. Üniversitede de bu sıkıntı devam ediyor. Dolayısıyla hiç kimse elindeki diplomanın karşılığı olan meziyetlere, becerilere tam olarak sahip olamamış oluyor. Yani yarım mezunlar verilmiş oluyor. Bu diploma açığının kapatılması lazım. Nitelik anlamında bunu söylüyorum. Nicelikten ziyade şu anda birinci sırada nitelik sorunu var. Türkiye’nin geleceğini düşünüyor isek Türkiye’yi kurtaracak olan en önemli yatırım diploma açığının kapatılması meselesidir.
Bunları da üniversite namına söylemek zorunda hissediyorum.
Değerli konuklar,
Bu salonda kim varsa bu ülkede kim varsa elimizdeki yaşadığımız gerçekliği birlikte üretiyoruz. Dolayısıyla birlikte de değiştirebiliriz. ÇOMÜ’de bu konuda ciddi bir değişim oldu. Bundan sonra da bu değişimin devam edeceğine inanıyorum.
Özellikle öğrencilerimizin daha nitelikli eğitim alabilmesi için elimizden geleni yapıyoruz. Daha nitelikli öğretim elemanlarını çekmeye çalışıyoruz. Ankara’da, İstanbul’da ne varsa aynısını, hatta daha iyisini Çanakkale’ye taşımaya gayret ediyoruz. Yayın sayısındaki, proje sayısındaki ve diğer bilimsel göstergelerdeki artışlar eğitim kadromuzdaki genişleme ve iyileşmenin en iyi kanıtıdır. Aynı şekilde öğrenci profilimizdeki iyileşmeler de eğitim kalitemizi olumlu yönde etkilemektedir.
Altyapıdaki iyileşmeler sayesinde ise hem eğitim kalkınmamız artıyor, hem de öğrencilerimizin ÇOMÜ’ye aidiyet hisleri güçleniyor. Spor salonları, Tiyatro Salonu, konferans salonları, açık bilgisayar salonları, modern sınıflar, amfiler ve ofisler, gelişmiş laboratuvarlar, parklar, sosyal alanlar, açık spor sahaları ve daha nice yatırım öğrencilerimize potansiyellerini ortaya çıkarma olanağını veriyor… Son dönemde uygulamaya müthiş bir önem veriyoruz. Araştırma gemilerimiz, radyomuz, uygulama televizyonumuz, otelimiz ve diğer örnekler bunun göstergelerini sunuyor.
Alanında ülkemizin en iyisi olma yolunda ilerleyen kütüphanemiz de anılmaya değer bir yatırımdır…
Değerli ÇOMÜ ailesi, değerli konuklar,
Bir hayalimiz vardı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Türkiye’nin Cambridge’i olabilir mi, diye. Çanakkale’de her şey buna uygun, hatta fazlası var eksiği yok. Tarih, doğa, sosyal doku ve ÇOMÜ’nün sunduğu altyapı bu bölgeyi bir bilim bölgesi, bilgi bölgesi haline getirebilir…
Bunu birlikte oluşturabilir miyiz? Çanakkale Bölgesi Türkiye’nin çılgın bir projesi olabilir mi? Boğazın iki yakasında çok sayıda üniversite ortaya çıkıp Türkiye’ye katkı sağlayabilir mi?
4 yıl önce bu soruları sorarak yola çıkmıştık. Çanakkale’yi Türkiye’nin eğitim ve bilim fidanlığı haline getirmek, dünyanın en saygın üniversitelerinden birini Şehitliğin karşısına inşa etmek hedefimizdi.
Bu hayalimizi hala devam ettiriyoruz. Hayallerinden kolay vazgeçen bir insan değiliz. Ekip arkadaşlarımız da bu ruhta kişiler değiller. ÇOMÜ’nün gösterdiği gelişme bu hayalin canlı olmasına katkı sağlayacaktır diye düşünüyorum. 3-4 yıl içinde pek çok alanda 30-40 yılın başarısı sergilendi. Çanakkale’de belki de Çanakkale ruhu ortaya çıktı ve ÇOMÜ’nün hiç görmediği ilmi kalkınma gerçekleşti, altyapıda inanılmaz seviyelere ulaşıldı… Patlayan yayın sayımız, atıflarda görülen göz kamaştırıcı yükseliş, projelerde gözlenen inanılmaz artış, BAP projelerimizde geldiğimiz büyüklük, kitap ve diğer yayınlardaki sevindirici artışlar, mezunlarımızın sağladığı istihdam ve diğer başarılar, tüm Türkiye’de artan popülaritemiz ve Üniversitemize gösterilen ilgi, yükselen Tıp Fakültesi Hastanesi, ek binalar, ülkemizin en büyük kreşi, 1 milyon basılı eseri hedeflemiş kütüphanelerimiz, binlerce bilgisayar terminali, merkezi laboratuvar binamız, bilgi işlem altyapımız, her köşeden çeken internet ağımız, her türlü uzaktan eğitime uygun bilişim yatırımlarımız, yeni açılan enstitülerimiz, yeni açılan fakülte, yüksekokul ve meslek yüksekokullarımız, % 100’e yakın artan idari-teknik personelimiz, % 50’yi geçen akademik personel artışımız, % 50’nin üzerinde gerçekleşen öğrenci sayımız, ilk kez açılan yerleşke içi yurtlarımız, yenilenen akademik mimarimiz, 24 saat yaşayan yerleşkelerimiz, Türkçe ve İngilizce hazırlık okullarımız, sayısı 500’ü aşan uluslararası öğrencilerimiz, sayısı 4.000’i aşan yüksek lisans ve doktora öğrencilerimiz, denizlerde oluşturduğumuz gemi filomuz, yeni inşa ettiğimiz Güzel Sanatlar Fakültesi binamız, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi binamız, Biga Kütüphanesi, Biga Hazırlık Binası, Gelibolu MYO binamız, yemekhanemiz, Eğitim Fakültesi ve Mühendislik Fakültesi binamız, Turizm Fakültesi binamız, Şekerpınar’da yükselen İlahiyat Fakültesi yerleşkemiz, Kongre Merkezimiz, Teknik ve Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokullarımızın inşası süren 3 bloktan oluşan binaları, yenilenen pek çok bina ve altyapımız, inşaatı devam eden 3 ayrı camimiz, Tıp Fakültesi Dekanlık binamız ve daha nice yatırımımız ve bunlara bağlı olarak yükselişimiz Çanakkale’ye ilişkin hayallerimizi canlı tutuyor… Pek çok güzelliği birlikte ürettik, bundan sonra da birlikte üreteceğiz. ÇOMÜ durmamalı, şu 3,5 yılda gösterdiği başarıları ve istikrarlı yürüyüşünü devam ettirmelidir.
Bu duygular içinde yeni akademik yılımız hayırlı, uğurlu olsun diyorum. Hepinize saygılar sunuyorum…”
YÜKSELME TÖRENİ
Prof. Dr. Sedat Laçiner’in açılış konuşmasının ardından ÇOMÜ’de akademik yükselişleri gerçekleşen öğretim üyelerine akademik giysi giydirme ve belge takdim törenleri gerçekleşti.
Akademik yükselme töreni sonrası Gazeteci-Yazar Taha Akyol’a Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi ile Tarih Eğitimi alanlarında fahri doktora unvanları törenle verildi. Böylelikle Türkiye’de ilk kez aynı anda aynı kişi’ye iki ayrı fahri doktora unvanı takdim edilmiş oldu. Gazeteci Yazar Taha Akyol’a akademik giysisinin giydirilmesinde eşi Tülin Akyol’da yardımcı oldu. Fahri doktora beraatlarının takdimleri Vali Vekili Saim Eskioğlu ve Çanakkale Belediye Başkanı Ülgür Gökhan tarafından yapıldı. Cumhuriyet Başsavcısı Hikmet Turan ise Taha Akyol’a ÇOMÜ Kimliğini verdi.
Fahri doktora payesinin kendisine verilmesinin ardından Dr. Taha Akyol “Hayatımda hiç bu kadar heyecanlanmamıştım. Hiç bu kadar gururlanmamıştım” diyerek duygularını ifade etti.
“Bilimin Tarihinden Notlar” konulu 2014-2015 Akademik yılının ilk açılış dersini de veren Dr. Taha Akyol bilim ve hukukun siyasetler üstü olması gerektiğine vurgu yaparak ezberci alışkanlıklardan kurtulmak gerektiğini belirtti. Akyol, 8. ve 12. yüzyıllar arasında dünyanın karanlık bir dönemden geçtiği yıllarda, İslam dünyasının büyük âlimler çıkardığını kaydederek, bu durumun ekonomik gelişme ile bağlantılı olduğunu söyledi. Akyol, ekonomik gelişme ile bilimsel zihniyet arasında belirli bir ilişki olduğunu belirtti.
Taha Akyol’un konuşmasının ardından, Taha Akyol’a 2013 yılında ÇOMÜ mensuplarının oyları ile aldığı ‘En Çok Okunan Gazeteci Ödül’ü ÇOMÜ Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner tarafından verildi.
2014 ? 2015 Akademik Yıl Açılış Töreni açılış resepsiyonu sonrası sona erdi.
[Serhat Çoban Fotoğraflar: Tuncay Ak – Fatih Malak / comu.edu.tr]
Yorumlar...
Henüz yorum yok...